Yalnız petrolle yaşanmaz
Guardian gazetesinden Brian Whitaker, Ortadoğu kavramının/teriminin ilk ne zaman kullanıldığını merak etmiş. Bulgularına göre bu terimi 1900 yılında ilk kullanan İngiliz istihbaratından Thomas Gordon. Onun tanımlamasında bölge İran ve Afganistan'dan ibaretmiş. Daha sonra yıllar içinde Ortadoğu defalarca tanımlandı. Bu coğrafi tanımlamanın bir tarihi temeli, doğal sayılabilecek bir şeceresi yok. Zaten yön tayini, Batı'nın teşkil ettiği merkeze göre yapılıyor. Whitaker'ın dediği gibi "burası kendi adına bir bölge olma özelliği taşımaktan çok yabancıların politikalarına göre oluşturulan ve onların stratejik çıkarlarına uygun olarak şekli değişen bir kavram". Amerika Başkanı Bush'un demokrasi götürmek için azmettiği Büyük Ortadoğu, G-8 zirvesine sunulan Amerikan önerilerinde Arap ülkeleri, Pakistan, Afganistan, İran, Türkiye ve İsrail'i içeriyor. Yani Kuzey Afrika'da Fas'tan, Afganistan'a uzanan bir alan söz konusu. Bölgenin kuzey komşuları Kafkaslar ve Orta Asya ülkeleri bu tanımlamanın dışında sayılıyor ve ancak dolaylı olarak tartışmalara eklemleniyor.
Batı'nın menfur emelleri Bu bölge içinde büyük petrol ve doğal gaz zenginliği var. Anthony Cordesman'ın verdiği rakamlara göre 2025-2030 yıllarında dünya petrol üretim kapasitesinin yüzde 43'ü Kuzey Afrika ve Körfez bölgesinde bulunacak. Aynı dönemde dünya petrol ihracatının yüzde 76'sı bu bölgeden yapılırken, Orta Asya'nın payı yüzde 6 civarında kalacak. 2025 yılına kadar Kuzey Amerika'nın bölgeden petrol ithalatının yüzde 85, Avrupa'nınkinin ise yüzde 57 oranında artması bekleniyor. Bu rakamlara bakarak Batı dünyasının bölge üzerindeki menfur emellerini lanetlemeye kalkacakların asıl dikkat etmeleri gereken ise, aynı dönemde Asya'daki talepte görülecek artış. Beklentilere göre Çin'in ithalatı 2025 yılına kadar yüzde 500, Japonya ve Doğu Asya'nınki yüzde 50, Pasifik havzasınınki yüzde 100 oranında artacak. Hindistan'ın da bugünkü büyüme hızıyla bir petrol ihtiyacı patlaması yaşayacağı açık. Bu nedenle de Ortadoğu yalnızca Batı'nın değil tüm dünyanın istikrarlı olmasını, ulusötesi terör üretmemesini isteyeceği bir bölge olmayı sürdürecek.
Normal siyaset dahi güç Bölgenin petrol zenginliği nedeniyle elinde büyük bir güç tuttuğuna inananlar var. Bir İslami yeniden uyanışın Büyük Ortadoğu projesiyle engellenmesinin söz konusu olduğu da bu nedenle söyleniyor. Yazık ki tek başına petrol pek fazla bir şey ifade etmiyor. Dünyanın bu kaynağa bağımlılığı, o kaynağı üretenlere ancak göreli bir güç kazandırıyor. Sonuçta katma değer üretemeyen, işleyen düzenler ortaya çıkaramayan ülkeler hep kaybetmeye ve bağımlı kalmaya mahkum oluyor. Bu açıdan bölgeye bakıldığında önümüze içler acısı bir tablo çıkıyor. Eğitim, internete ulaşım, bilgi üretimi, kişi başına gelir gibi kalemlerde bölge feci durumda. Nüfusun yarısı 20 yaşın altında. Asya Kaplanları'nda kızlar ve erkekler 10 yıl okula giderken, Arap ülkelerindeki ortalama beş yıl. Kızların okulluğu daha düşük. 1980-2000 yılları arasında bölge büyümemiş. Gelir dağılımı hayli bozuk. 2030 yılına gelindiğinde bölge nüfusu bugünkü 300 milyon seviyesinden 522 milyona çıkacak. Su kaynakları tükenmiş, ekonomide tamamen dışa bağımlı, istihdam edemeyeceği kadar çok genci olacak bölgenin bu şartlarda bırakın güç üretmeyi, istikrar ve normal siyaset üretmesi imkansıza yakın. Tüm bu veriler ışığında Türkiye'nin Büyük Ortadoğu üzerinde çok boyutlu ve uzun vadeye yönelik düşünce ve planlar üretmeye başlaması gerekir.
|