"Dönmüyorum"
Bir günde bitmesi gereken buluşmada kesinlikle mutabakat sağlanamadığından olsa gerek, sonuç da alınamadı. Salı akşamı Rauf Denktaş'ın "Dönmüyorum" demesi iyimser yorumlara yol açabilir gibi dururken, bu sabah yazı çıktığında toplantılar bitmiş ve kötü şekilde sonuçlanmış olabilir. Müzakerelerin önü açılmamış olabilir. Ama sonuçta bu da çok önemli değil. Kıbrıs'la ilgili söylenebilecek hemen her şey aslında söylendi. Burada söylenenlerdeki teknik detaylardan çok, siyasi bakış açısı ve Kıbrıs adasının değerlendirilmesiyle ilgili farklılıklar ön plana çıktı. Bu nedenledir ki zaten Kıbrıs, Kıbrıs'tan daha büyük bir meseledir noktasına tüm taraflar geldi, ülkedeki kutuplaşma arttı. Yalnızca hükümet, adeti olduğu üzere neyi neden yaptığını tutarlı, kapsamlı bir şekilde kendi halkıyla paylaşma zahmetine girmedi. Bir de yakalamış olduğu momentumu ve siyaseten avantajlı konumu müzakere sürecine giden süreci çok kötü yöneterek bir ölçüde çarçur etti.
Gündeme yerleşen soru
Sabık Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Muharrem Sarıkaya ile konuşmasında verdiği mesajları da bu bağlamda değerlendirmek gerekir. Demirel, mülakatta hükümet politikalarına açıkça tavır alarak, hem siyasi otoritenin karar verme ve siyaset uygulama hakkını sorgulamış oldu; hem de geçmişte pek çok kez yaptığı gibi var olan kutuplaşmayı keskinleştirdi. Bu şekilde de gene ve gereksiz bir zamanda Tarhan Erdem'in yazdığı gibi 'iktidar kim' sorusunu bir kez daha gündemimize yerleştirdi. Yani Kıbrıs meselesinin çözülüp çözülmeyeceği, çözülecekse de hangi esaslara göre çözüleceği Türkiye'nin nasıl bir ülke olacağı meselesiyle de iç içe geçmiş durumda. Bu da yalnızca AB'ye üye olmak amacıyla bir takım adımların atılmasından daha ötede bir konu. Türkiye, kontrol edemediği bir sürecin yani çevresindeki her şeyin onun isteğinden bağımsız olarak değişmesinin karşısında sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi davranamaz. Daha doğrusu davranır ve ağır bir bedel öder. Annan Planı'nın detaylarıyla ilgili olarak konuşanın ve yazanın meşrebine, dünyayı değerlendirişine, Türk dış politikasının bütünü içinde bu sorunu nasıl bir yere oturttuğuna göre olumlu ya da olumsuz değerlendirmeler var. Değerlendirmelerdeki bu farklılık, planın detaylarının daha iyi ya da daha kötü okunmasından çok siyasal bütünlük içinde nasıl değerlendirilmeleri gerektiğinden kaynaklanıyor.
Fırsat alanı ve tecrit tehdidi
Bu siyasal bütünlük, Türkiye içindeki güç dengelerini içeriyor. Buna ek olarak yeniden şekillenmekte olan bir Avrasya jeopolitik alanının hangi esaslara göre tanımlanacağına da bağlanıyor. Uluslararası alandaki gelişmeler doğru okunduğu taktirde Türkiye'nin önünde bir fırsat alanı açıldığını görmezden gelmek zor. Bu fırsat alanı Türkiye'nin coğrafi konumunun, bu yeni dünyadaki merkeziliğiyle yakından bağlantılı. Daha önemlisi ise bu coğrafyadaki ülkenin tarihsel gelişmesi içinde yaptığı tercihlerle laik, demokratik, Batı ittifakı içinde yer alan ve işleyen ekonomiye sahip bir topluma sahip olması. Türkiye asıl gücünü önümüzdeki dönemde bu özelliklerinden alacak. Bunu görmeyen ve imparatorluğun çöküş, Cumhuriyet'in kuruluş dönemlerinin korkularına ülkeyi hapsetmek isteyenler Türkiye'nin bu gücünü algılamıyor veya algılamak istemiyor. KKTC'nin dünyada yalnız Batılılar değil hiçbir ülke tarafından tanınmadığı göz önüne alınırsa, çözümsüzlük politikasında ısrarın ülkenin tecrit edilmesi tehdidini içerdiği anlaşılır. Bu ise ağızlarını her açtıklarında Atatürkçü dış politikadan dem vuranların dediğinin aksine, Kemal Atatürk ve arkadaşlarının dünya ile kurmak istedikleri ilişki tarzının tam tersidir.
|