Tartışılan alan
Toplumların değişme hızı kıstas alınırsa, Türkiye'de yaşayanlar gerçekten bir değişim fırtınasının içinde. Bu nedenle de kafaların karışması, bu hızın insanlarda korkular yaratması şaşılacak sonuçlar değil. Üstelik alışık olduğu kalıpların dışına büyük bir hızla taşan, yalnızca Türkiye de değil. Dünya gerçekten geniş kapsamlı ve köklü bir yeniden yapılanmaya gidiyor. Küresel düzenin temel ilkelerinin ne olacağı, ne olması gerektiği hakkında sert bir mücadele yaşanıyor. Siyasi anlamda da dünya düzeninin temel kavramlarının, davranış kalıplarının ve devletlerin hareket alanlarının ne olduğunun tanımlanması mücadelesi var. Dünyada kurulacak yeni düzenin parametrelerinin nasıl belirleneceği ise büyük ölçüde Türkiye'nin etrafındaki bölgelerin dünya sistemiyle ne türden ilişki kuracağına bağlı.
Bush'un savaş 'itirafı' Giderek daha fazla lafı edilen Büyük Ortadoğu kavramı da bu bağlamda üretildi. Aslında ABD'deki çeşitli düşünce kuruluşlarınca en azından on yıldır tartışılan bir kavram bu. Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Profesör Duygu Sezer, bu kavramı Türkiye'nin yeni dış politika arayışları bağlamında 1990'ların başında nakış gibi işlemişti. Yeni olan, kavramın dünya kamuoyuna malolması. Bu da Başkan Bush'un geçen yılın sonlarında yaptığı bir konuşmada, Irak'taki müdahalenin asıl amacının Büyük Ortadoğu'ya demokrasi getirmek olduğunu söylemesiyle gerçekleşti. Şimdilerde Büyük Ortadoğu diye adlandırılan alanın, aslında geçmişte Ortadoğu bölgesiyle ilgili ders kitaplarında tanımlanan Ortadoğu'dan bir farkı yok. Gene Kuzey Afrika, Maşrek, Körfez Bölgesi ve Türkiye, hatta Pakistan bu alana dahil ediliyor. Ancak konuyla ilgili tartışmalar; Afganistan, Kafkaslar ve bir ölçüde Orta Asya'yı da içerdiği için kapsama alanı daha geniş sayılabilir. Konu moda olduğundan beri, bazı İslamcı yazarların iddia ettiği gibi ta Endonezya'ya kadar uzanan İslam dünyası değil büyük Ortadoğu'yu tanımlayan.
İslam'la ilgisi yok Bu nokta aslında Türkiye'deki tartışmalarda kaçınılması gereken yanlışın ne olduğunu da belirliyor. Büyük Ortadoğu tartışmalarını yalnızca kültürel ya da uygarlık boyutunda değerlendirmek meselenin asli boyutunu, yani siyasi anlamını kaçırmak demektir. Tanımlanan coğrafyada yaşayan insanların ezici çoğunluğu Müslüman'dır. Ancak bu proje bir "İslam" ile savaş projesi değil, sürekli istikrarsızlık üreten bir bölgenin dünya sistemine eklemlenmesi projesidir. Dolayısıyla tartışmanın seküler ve siyasi bir dille yapılması, dünya sistemine entegre olmanın artı ve eksileri çerçevesinde tartışılması daha anlamlı olur. Burada yaşayanlar Hindu, Budist veya Hıristiyan olsalardı da aynı gereklilik dünya düzenine hakim olanlarca hissedilecekti. Ayrıca bölgeyle ilgili kaygıları olanlar yalnızca Batılılar da değil. Bu perspektiften bakıldığında Türkiye'nin, Batı ittifakı ve özellikle NATO açısından birinci derecede önemli stratejik mesele haline gelen bu konuda söyleyecek çok sözü olması gerekir. Türkiye bu tartışmaya ve siyaset arayışına hem bölgenin bir ülkesi, hem de sosyal, kültürel ve stratejik düzeylerde çok kimlikli bir aktör olarak katılmalı ve katkıda bulunmalıdır. Bu katkıların şekillenmesi için gerekli tartışma başladığında da ilk yapılması gereken şey, düşünceyi takıntılardan arındırmak olmalıdır.
|