| |
Ne güzel tiyatro oynuyoruz ama
Türkiye'nin belli başlı gazete ve televizyonlarında, bunca gazeteci, yazar ve uzman, hergün, durup dinlenmeden yazdığı ve konuştuğu halde, temel problemler neden daha hızlı bir biçimde çözüme kavuşturulamıyor?
Mesela uyuşturucu sektörünün, rüşvet ve soygun sektörünün, mesela kara para sektörünün kökü niçin kazınamıyor? İstanbul'da ele geçirilen 1 tonluk eroinin Türkiye'ye nasıl girdiği ve İstanbul'a hangi yollardan geldiği ve eğer yakalanmasaydı, hangi yollardan yurtdışına nasıl çıkacağı sorusu cevaplanmadıkça, yeni partiler seyrüsefere devam edecektir.
Mesela, Türkiye'yi sarsan Türkbank ihalesi filmi, "Asmalı Konak"tan daha mı az heyecanlı idi? Neyi ve ne kadarını öğrenebildik? Mesela, Bankalar krizi sürecinde, özel bankalarda tam olarak ne kadar kaynağın buharlaştığı, bu paraları kimlerin kırıştığı anlaşılabildi mi?
Yetkili organların, bu bankalara el konulmasından sonra ne kadarlık bir kaynağı heba ettiği belirlenebildi mi? Sırf bu sebeple sokağa çıkmaya yüzü olmayacak insanlar, ahlak ve moral fetvaları vermeye devam etmiyorlar mı? Devlet bankalarında, 20 milyar dolar olarak telaffuz edilen "görev zararı"nın, nasıl meydana getirildiği tane tane açıklanabilseydi, Schindler'in Listesi'nden daha heyecanlı olmaz mıydı? Hal böyleyken: Basının "duayeni" olarak anılan kıdemli yazarların bile, suyuna tirit "isyan" ve öfkeler sergilemeleri bir hayli komik kaçıyor.
Hürriyet'in başyazarı Oktay Ekşi, dünkü yazısında, "son 5 yılda devletimizin vergi kaybı 20 milyar dolar olmuş, eğer olmasaymış kimbilir ne güzel şeyler olurmuş" diye yazıyordu. İlk bakışta, çok "devletsever" ve de çok firaklı bir yaklaşım gibi duruyor. Ama mantıkdışı ve "sakat!" Vatandaş vergisini tam verseymiş, devletin Hazine'sine yılda 5 milyar dolar daha fazla para girecekmiş...
Güzel de, devlet bankalarındaki "görev zararına" gidecek idiyse bu para, niye Hazine'ye girsin?.. El konulan özel bankalar da çar çur edilecek idiyse, niye vatandaşın cebinden çıksın? Bırak girmesin, vatandaşın cebinde kalsın... Belki adam çocuğuna daha iyi bir tahsil yaptıracak, belki işyerini biraz büyütüp iki kişiye daha ekmek kapısı açacak. Belki hastalandığı zaman, SSK kapılarında sürünmemek için üç kuruş tasarruf yapacak.
Belki, 40 yıldır kendisine sevgi ve sadakatle yoldaşlık eden karısını, şöyle insanca bir manto ve ayakkabı hediye ederek mutlu edecek... Niye kendisine belki de hiçbir zaman geri dönmeyecek bir "macera"ya atsın üç kuruşluk kazancını? Niye "görev zararı" yamyamlarına versin, alın ben yiyemedim siz yiyin diye... Niye?.. Bunun mantığını aramak ve sormak yanlış mı? Bu sebeplerle, genel tabloya baktığımda ister istemez şunu görüyorum: Türkiye'de büyük bir "tiyatro" yaşanıyor. Ve hepimiz "tiyatro" oyununda irili ufaklı roller üstenmişiz. Kimisi duayen, kimisi kalfa, kimisi çırak...
Şöhretlerini tepe tepe kullananların, filmlerde rol almaları, reklamlarda oynamaları da bu tiyatroya doğrusu büyük renk katıyor, da tiyatro da yine devam ediyor. Asıl konuşması gerekenler ise konuşmuyorlar. Bizim oynadığımız trajikomik tiyatroyu seyrediyorlar.
Gümrükçü susuyor. Savcı, polis susuyor. Hoca-akademisyen susuyor. Murakıp susuyor, bürokrat susuyor. Son derece çarpıcı olaylara tanık oluyoruz. Rüşvetin, soygunun kol gezdiğini hepimiz biliyoruz. Ama yokmuş gibi veya bilmiyormuşuz gibi yapıyoruz. Bu puslu ve karanlık atmosferde, basına ve televizyonlara da tiyatro oynamak düşüyor.
|