Devleti İnkâr Komisyonu
Meclis Dokunulmazlıkları Araştırma Komisyonu'nun ipe un serme kararı, adeta "bu ülkede devlet yok" demek olduğu halde çok sakin karşılandı. Birbirleriyle ilintili iki soru acil: Medyanın iri kıyım organlarında bile hükümeti yüksek sesle eleştirecek takat mi kalmamış? Siyasi rakipsizlik, Ak Parti'lilere mutlak iktidar duygusu zerk etmeye, dolayısıyla çürütücü bakteriler oluşturmaya mı başlamış? Her iki soru da güncele düğümlü. Oysa asıl düşündürücü olanı, dokunmama kararının gerekçesi: "Dokunulmazlığın sınırlandırılması için yargı bağımsız olmalı, üzerinde hiçbir hukuk dışı faktör bulunmamalı, yargının yanlış karar verme ihtimali kalmamalı.." Hem hak, hem de batıl bir arada! Meclis Komisyonu bunu başarıyor. Haktır ki; yargı bağımsız değilse dokunulmazlıkları kaldırmak yasama erkinin kendi kendisini rehin vermesi olur. Batıl da, bunu 3 Kasım 2002 seçimlerinde halka taahhüt edenlerin şimdi hiçbir özür beyanında bulunmadan sözlerini yutmasında. Siyasetçinin verdiği sözü çiğnemesi doğal karşılandığı için bu da sorun değil. İki ay içinde akıl dışı siyasi hatalar işlenmezse halk yine oyunu bu iktidara cömertçe verecek, böylece Adalet ve Kalkınma Partisi'nin sınavını daha da zorlaştıracak. Ezici bir yeni zafer, "mutlak iktidar" fitnesi olarak hem iktidara, hem ülkeye cilveli bir sayfa daha açacak.
Temel gerçek yargının yokluğu Fikri ve tasarısı olan ciddi bir rakipten mahrum bulunmak sadece demokrasi için değil, Erdoğan için de müthiş bir yokluk.. Ne var ki, bu bile dokunulmazlık işini askıya almanın gerekçesi kadar önemli bir konu değil. Çünkü bu gerekçe yerden göğe kadar haklı; dolayısıyla toplum felaketleri içinde en ürkütücü olanı. Kimsenin "yargı bağımlı değil" diyecek hali yok. Bu durumda Meclis Komisyonu, halkı temsil eden ve demokrasimizi bağlayan bir resmi kurul olarak ilan etmiş bulunuyor: Türkiye'de yargıya güvenilemez! Bu, toplum vicdanını ürpertmesi gereken bir iddia, kanımca da tespit! Güvenilmez bir yargı, olmayan yargıdan bile beterdir. Yani Meclis Komisyonu "Türkiye'de yargı yok" deseydi daha az ürkütücü bir hüküm biçerdi. Çünkü yargının yokluğunda yaşanan zulümlerden daha beteri, güvenilmez bir adalet düzeni ile insan haklarının ve özgürlüklerin ihlal edilmesidir. Meclis Komisyonu bu sütunlarda usanmadan tekrarladığım "Türkiye artık devlet değildir" tezinin bir başka ifade biçimidir. Yargısı güven vermeyen bir yapının adı devlet olamaz. Günümüzde artık üst düzey hakimler bile yargının bağımlı olduğunu beyan edebildiğine göre Meclis Komisyonu'nun iddiasını çürütecek merci de kalmamıştır. Zerre kadar tereddüde yer yok ki, bu ülkede yargı bağımlıdır.
Dibe vurmanın kerameti Ayrıca yine zerre kadar tereddüde yer yok ki, bu ülkede yargı muhafazakar kesime karşı daha da bağımlıdır. Çünkü harcıalem sahte Atatürkçülük veya ucuz solculuk adliye koridorlarında yargı kararlarını oluşturmaya katkıda bulunan hukuk dışı dinamikler arasındadır. Türkiye, Cumhuriyet'in ilk yıllarından sonra Milli Eğitim yerine "maymun terbiyeciliği" düzeyinde kör Batı taklitçiliğine yöneldiği için, her alanda olduğu gibi yargıda da ilke insanı yetiremez hale gelmiştir. Yalnızca istisnai değerlerin zuhur edebildiği böyle bir iklimde, siyasi ve ideolojik eğilimlerini yargı kararına karıştırmayacak yücelikte hukuk adamlarının çoğunluk teşkil etmesini beklemek zaten abesti. Can alıcı ve can verici hüküm şu ki, yargı bağımlıysa güvenilmezdir. Yargı güvenilmez ise, var olması yokluğundan beterdir. Mevcudiyeti yokluğundan beter bir yargının söz konusu olduğu yerde devlet değil, devlet karikatürü vardır. Derin millet uyanırsa bu noktada can biter, yeni bir can başlar. Atatürk sonrası uydu ülke siyasetinin bu sonucu doğurduğunda yeterli uzlaşma sağlanana kadar bütün gündemler, Türkiye'nin geleceğine yabancıdır. Onun için her lafımın "devlet etme" işine dayanmasından yüksünmem. Uydu ülke sürecinde bu işin okulunu da, idrakini de yitirdiğimiz için, bir Meclis komisyonu "Türkiye'de yargı yok" diye ilan ettiği halde başka meseleler konuşulabiliyor. Ölü toprağının üstünde göreceğimiz yeni canlara selam olsun!
|