Yeni Roma ve meşruiyet
Dünyanın, yeni tanıştığı 'küresel terör'le etkili bir mücadele gerçekleştirebilmesi için, totaliter rejimlere karşı da şimdiye kadar bilinenden farklı yöntemler geliştirmesi gerekiyor. Küresel terörün istihdam kaynakları ve istismar alanları daha çok küreselleşme karşısında kendi çarpık iktidar alanlarını korumaya çalışan diktatörlüklerin reflekslerinden oluşuyor. Küreselleşme iki yüze aynı anda sahip. Birinci yüzünde temel insanlık değerlerinin tüm insanlığı tek bir aile gibi görmesi ve bu temelde yayılması var. Öbür yüzünde ise küreselleşmenin nimetlerinden faydalanan devletlerin artan nüfuzu karşısında her geçen gün daha çok 'kimlik krizi'ne giren, 'fakirleşen' ve 'mensubiyet kaygıları' ile donanan toplumlar var. Ortaya çıkan tablo, mensubiyet krizine düşen toplulukların kendilerini korumak için şiddete eğilimli hale gelmeleri ve temel değerlerin sadece belli devletlerin zenginliğinin garantörü gibi görülmesine tepki duymaları.
***
Küreselleşme karşısında kendi çarpık iktidarlarını korumaya çalışan diktatörlüklerin bu 'gerilimi' ustaca kullandıkları görülmüştür, görülmektedir. Diktatörlükler, küreselleşmenin getirip önlerine koyduğu demokratikleşme ve hukuk devleti prensipleri karşısında, bu değerleri, mensubiyet krizi içindeki toplulukların var oluşuna bir 'tehdit' gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Küreselleşmenin doğru yüzünün diktatörlüklerin aleyhine bir dinamiğe dönüşmesi karşısında, küreselleşmenin yanlış yüzünü 'kışkırtarak' kendi çarpık iktidar alanlarını koruma yoluna gitmektedirler. İşte tam bu 'fay kırığı'nda hem demokrasiye sahip devletlerin, hem de diktatörlüklerin teröre çeşitli yollardan katkıları olmuştur. Demokratik devletler, diktatörlüklerin 'alt kimliği' veya 'özel kuvvet'i durumundaki terör dinamiklerini küresel güç mücadelesinin bir manivelası gibi rakiplerine karşı kullanma yoluna gittiler. Bunun Soğuk Savaş dönemindeki yöntemleri ile sonrasındaki yöntemleri çok değişse de özü değişmedi. Terör, Batılı bazı devletlerin, demokratik olmayan dünyada demokrasinin çıkarlarını ve demokratik toplumların refahını korumak adına kullandıkları bir araç olageldi. Öte yandan diktatörlükler, kendi iktidar alanlarını demokrasi ve hukuk devleti gibi üst-değerlerden korunaklı kılmak için, terör dinamiğini istihdam ediyorlar. Terörün varlığı, küreselleşmenin yarattığı mensubiyet krizlerine karşı oluşan tepkileri organize etmeyi sağlıyor diktatörlüklere. Böylece, hem 'statüko'nun devamlılığı için temel bir dinamik üretilmiş oluyor. Hem de Batılı devletler arasındaki güç mücadelesinde 'sörf' yapabilme imkanı elde edilmiş oluyor.
*** Tüm bunların küreselleşmenin geniş imkanları ve kontrol edilmesi mümkün olmayan ilişki ağları içinde gerçekleşmesi ise, terörü, kendini üreten dinamiklerden bağımsız, ilk bağlantılarından boşanmış halde yaşayabilen müstakil bir küresel dinamik haline getirdi. Bugün artık 'yeni terör', demokrasiler ve diktatörlüklerle organik bağı kalmamış, hepsine birden karşı, küreselleşmenin üçüncü ayağı haline gelmiş bir olgu. Küresel dinamikleri besleyen argümanlara karşı, bir diğer küresel argüman olan dini kullanıyor. Bugün gelinen noktada, bu yeni terörle sadece kuvvet kullanımı ve asayiş politikalarıyla baş etmeye çalışmak 'Pirus zaferi' hedeflemekten öte bir şey değil. Bu yolla mücadeleyi tercih etmek, tüm çağdaş kazanımların yok edilmesi pahasına bir başarı olacak. Bu da dolaylı yoldan terörün kazanması demektir.
***
Küreselleşmeyi adalet ve meşruiyet gibi kavramlara büründürme yönündeki çabaların ne kadar gerekli olduğu maalesef ancak terörün dehşetinin görülmesiyle çıplaklaşmıştır. Dünya düzenini bir tür 'Yeni Roma' gibi düşünmek, buna uygun araçları benimsemek terör karşısında sadece 'Pirus zaferi' vaat ediyor. Dünya düzeninin 'küresel meşruiyet'le donanması dışında hiçbir seçenek 'yeni terör'le etkili bir mücadele için gereken araçları vermeyecektir. ABD Irak'ı işgal ettiği zaman, ABD askerleri Irak Petrol Bakanlığı'nı korumaya almışlardı. Buna karşılık çok önemli eserler barındıran Bağdat Müzesi'nde hiçbir önlem alınmamış ve müze yağmacılara terk edilmişti. 'Yeni Roma' refleksini en iyi bu sahne ifade ediyor. Demokrasinin diktatörlüğe karşı mücadelesi bu derece çarpık bir sahneye 'indirgenmiş' oluyor. Bu sahnede görünürleşen 'fay kırığı' ise terörün istihdam alanını oluşturyor. Demokratik devletler kendi coğrafyaları dışında 'değerler'den çok 'çıkarlar'ı gözeten bir refleksle hareket etmeyi terk etmezlerse ve 'demokrasinin diktatörlükle mücadelesi'nde yeni yöntemler bulunamazsa, 'yeni terör'le mücadele için doğru araçları üretmek de mümkün olamayacak.
|