Coğrafyanın gücü ve riskleri
BRÜKSEL - Avrupa Birliği zirvelerinde toplantı salonları 'resmi gündem'le dolu olduğu kadar, kulisler de Avrupalıların geleceğe dönük tartışmalarıyla, daha da çok fikir ayrılıklarıyla dolu olur hep. Avrupa açısından kendini cazibe merkezi yapan unsurları bir 'küresel gerçek' haline getirmek her şeyden daha önemli. Çünkü Avrupa siyasi değerleri, Avrupa kıtasının ötesinde de kabul gördüğü veya ideal olduğu sürece anlamlı. Bu değerler Avrupa kıtasına indirgendiği oranda etkisini kaybetmeye mahkum. En büyük risk ise bu değerlerin Avrupa kıtasının fikri ya da siyasi 'refleksleri' gibi görünmesidir. Böyle görünen değerler üzerinden dünyanın geri kalanıyla konuşmak ve ortak bir dil tutturmak mümkün değil. 'Ortak dil' tutturabilmenin ne kadar büyük sorun olduğu Irak Savaşı döneminde görüldü. Batı dünyası, kendi ülkesinde insan haklarını ihlal eden diktatörlere karşı tavır almak gerektiği noktasında birleşirken, temelde diktatörlüğe karşı alınması gereken tavrın biçimi ve araçları hakkında bir ayrışma yaşadı. Buna karşılık dünyanın geri kalanında, örneğin Rusya gibi ülkelerde, hangi gerekçeyle olursa olsun herhangi bir ülkenin içişlerine karışılamayacağı tutumu esas alındı.
***
Böylece insan hakları gibi değerler, Batı'da siyasi değerlerin organik bir parçası gibi görülürken, daha Doğu'da bunların 'sosyal ve kültürel değerler' düzeyine indirgendiği görüldü. Bunun uç noktasını Mahatır Muhammed, 'bu değerlerin Batı tarafından Doğu'yu sömürmek üzere üretildiği ve kullanıldığı' şeklinde ifade ederek ortaya koydu. İnsan hakları temelinde bir diktatörlüğe karşı tavır almak, ister ambargo olsun bu, isterse savaş, çok temel bir dönüm noktası siyasi tarih bakımından. İnsan haklarının 'coğrafya'ya ait 'kültürel değer' olmayı aştığını, 'küresel siyasi değer'e dönüştüğünü gösteriyor. Batı, özellikle de Avrupa bu değerler temelinde bir siyasi dil konuşuyor. Fakat bunu sadece kendi içinde konuşması yetmiyor, dünyanın geri kalanıyla da 'ortak dil'inin bu olması gerekiyor. Aksi halde, kendi coğrafyasında önem verdiği değerlerin başka coğrafyalarda çiğnenmesine 'çıkar' adına göz yummasının dünyaya büyük bedeller ödeteceği son birkaç yıl içinde net olarak görüldü, görülüyor. Bu nedenle AB'nin önündeki en büyük problem, 'nasıl bir Avrupa perspektifi?' geliştireceği ve hangi hat üzerinde ilerleyeceğidir. İlk anda AB gibi büyük bir siyasi birliğin buna çok net bir biçimde karar vermiş olması gerektiği düşünülüyor. Toplantıların 'resmi gündem'ine baktığınız zaman bu böyle. Ama kulisler, yani 'esas gündem' böyle söylemiyor hiçbir zaman. Bu sefer de söylemesi zor. AB kendi içinde şu anda daha çok kıta Avrupası temelinde örgütlenmiş, 'coğrafyanın imkanlarını temel yapıştırıcı olarak kullanan bir güç' durumunda. Siyasi değerler ve ekonomik kriterler daha geniş alanlarda test edilmedi.
***
'Coğrafyanın gücü'nü bir şekilde esas almak, 'coğrafyanın riskleri'ni de beraberinde getiriyor doğal olarak. Coğrafya, esasında bir 'stratejik değer.' Böyle olunca da siyasi değerleri koruyan bir 'çatı' da olabiliyor, siyasi değerleri boğan veya kısıtlayan bir 'kalıb'a da dönüşebiliyor. AB'nin artık birincisinden ikincisine doğru geçmekte olduğunu görüyoruz. Kıta Avrupası ile özdeşleşmiş, bu düzeye indirgenmiş siyasi değerlerin, dünyanın geri kalanı için temel alınmayacağı görüldü son zamanlarda yaşadığımız küresel krizlerde. Bu nedenle AB'nin önüne 'siyasi değerleri coğrafya-ötesi bir stratejik değer haline getirme' problemi çıktı. AB siyasi, stratejik ama aynı zamanda küresel bir güç olmak istiyorsa, siyasi değerlerinin Avrupa kıtasının 'sosyal ve kültürel değerleri' gibi algılanmasına izin vermemek durumundadır. Kendi kıtasında bu değerleri savunan ama başka yerlerde bu değerlerin çiğnenmesine göz yuman bir AB, kendi içine kapanmaktan ve küresel iddialarından vazgeçmekten başka bir seçenekle baş başa kalmayacaktır. Bu değerlerin sadece 'Kıta Avrupası' ile özdeş hale gelmesi de yukarıdaki durumla aynı sonucu doğuracaktır. Bu nedenle AB için belli siyasi değerlerin 'Kıta Avrupası'nın ötesinde gerçekleştirilmesi son derece kritik bir stratejik basamaktır. Bu noktada, AB'nin coğrafyanın giderek etkinleşen risklerini yeni imkanlara çevirmesi bakımından, Türkiye gibi bir Avrasya gücü son derece önemlidir. 'Coğrafyanın risklerini, yeni imkanlara çeviren gerçek bir Avrupa vizyonu' böyle ortaya çıkacaktır. AB'nin bundan sonraki perspektifinin bir 'değer okuması'na mı dayanacağı, yoksa 'coğrafya' ile sınırlı mı kalacağı, 'AB'nin stratejik geleceği'nin düğüm noktasıdır.
|