Kremlin balkonu
Ünlü sözleri pek sevmem ama bazen durumu anlatmak için onlara başvurmak gerekiyor galiba.
Hani bu sözlerden birinde : "Tanrım, değiştirebileceğim şeyler için bana cesaret, değiştiremeyeceklerim için sabır, bu ikisini birbirinden ayırdetmek için de akıl ver." denir ya; durumumuz tam böyle.
Ekonomik bunalım, işsizlik, enflasyon, sosyal çürüme, insan kalitesinin giderek bozulması, huzursuzluk, deprem gibi bir sürü dert var başımızda.
Bunlardan bazılarını çözmek elimizde, bazılarını değil.
Mesela deprem olacağı gerçeğini değiştiremeyiz ama ona karşı önlem alabiliriz.
Ömrünü çoktan doldurmuş, kamu desteğini yitirmiş bir hükümeti değiştirerek bir umut tazelenmesi yaratabiliriz.
Ama gelin görün ki; bu tuhaf ülkede değiştirilebilecek şeyler de kader konumuna girmiş.
Yaklaşan depreme karşı elimiz kolumuz nasıl bağlıysa, hükümet konusunda da aynen öyle: Sanki bu hükümet kaderimiz.
Demokrasi yıpranan ve aşınan hükümetlerin yerine alternatif üretmek için vardır ama demokrasiyle yönetildiğini iddia eden Türkiye'de böyle bir olanak yok.
Hükümet göğsünü gere gere diyor ki: "Alternatifimiz yoktur!"
Bu açıklama yapıldığı andan itibaren "demokrasi" nin, (hem de en biçimsel olanının) ruhuna el fatiha!
İlerde Türkiye tarihii yazacak olanlar bu dönemi anlatırken "yılgınlık" kelimesini kullanacaklar.
Çünkü toplumda müthiş bir yılgınlık, yorgunluk ve bıkkınlık duygusu var. Zehirli sarmaşıklar gibi hepimizin içini saran bu duygu, çaresiz kalmaktan kaynaklanıyor.
İnsanoğlu, durumu değiştirmek için yüzde 1 şansı olduğunu bilse bile heyecanlanır, umuda kapılır, mücadele hissi duyar, cana gelir.
Ama şu anda insanlar o yüzde 1 umudu bile göremiyorlar.
Cumhuriyet tarihinin gelmiş geçmiş en başarısız hükümeti, onca krize, onca yoksulluğu, onca acıya rağmen göğsümüzün üzerinde bir değirmen taşı gibi oturmaya devam ediyor.
Halkın feryatlarını duymuyor; bunlara aldırmıyor.
O zaman da insan umudunu yitiriyor; daha güzel günler görme hayalini kuramıyor; yoksulluğu ve acıyı bir kader gibi kabul edip, yaklaşan depremin büyük acılarını bir önsezi gibi yüreğinde duya duya elini kolunu bağlayıp oturuyor.
Ya da kendisini ekranlardaki arsız hayasız eğlencelerle avutmaya çalışıyor.
(Arap ülkelerinde insanların televole programlarını kastederek birbirlerine "Anneni dün gece Türk televizyonunda gördüm." diyerek hakaret ettiklerini okudunuz mu?)
Adına demokrasi denilen ve belki de en kaba anlamıyla insanları yönetimde "seçeneksiz" bırakmamak için ortaya çıkmış bir rejimi "hiçbir alternatifi olmayan bir hükümet modeli" ne çevirdik ya bizlere bravo!
Ankara'nın tek eksiği Kremlin'in balkonu gibi yüksek bir platform.
Hatırlarsanız ihtiyar komünist liderler kırkta yılda bir o balkona çıkar ve şapkalarıyla resmi geçit törenini selamlayarak mübarek cemallerini halka gösterirlerdi.
Bizim de rejimin adını koymak için öyle bir balkona ihtiyacımız var.