Geçenlerde Gürol Sultanoğlu'ndan gelen bir e-posta ilgimi çekti. Sultanoğlu, Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde iç mimarlık okuyor ve 3'üncü sınıfta. Bir projesinden bahsetmiş hayli ilginç bulduğum gibi üzerinde düşünmeye de sevk etti beni... Biraz da geçmişteki öğrencilik günlerim geldi aklıma..
Bir gazetecinin günlük ihtiyaç ve hobilerini karşılayabilecek bir stüdyo ev tasarımından söz ediyor. Gazetecinin günlük dinamizmini ve yaşam tarzını yansıtması gerekiyormuş. Bu yüzden de hobilerim, yaşam tarzım, günlük hayatımdan bir şeyler aktarmamı istemiş.
Düşünürken hayalimdeki ev geçti gözümün önünden. Akdeniz kıyısında, Antalya da olabilir Güney İspanya da... Karşımda alabildiğine uzanan bir deniz, belirgin bir ufuk çizgisinden başka hiçbir şey yok ama... Elekten geçmişçesine yumuşak kumların oluşturduğu bir tepenin yamacında öyle küçük bir ev.. Ama geniş bir veranda... Biraz abarttım mı ne?
Tamam, şimdi sadede geleceğim..Gerçekten "nasıl olmalı ki bir gazetecinin evi" diye durup ilk kez düşündüm. Evde de pek oturmuyorum ki. Hatta evi otel gibi kullandığım bile söylenebilir. Yatmaktan yatmaya uğruyorum. Üstüne üstlük misafir de çağırmaya vaktim olmadığından dostlarımın çoğunun nasıl bir yerde oturduğum hakkında hiçbir fikri yok!
Sultanoğlu'nun soruları arasında "Eviniz nasıl bir arazide, nasıl bir formda olmalı" gibi sorular var. Doğrusu, biçimi ya da arazisi hiç önemli değil. Ofise yakın olsun yeter! Şöyle evden çıkıp yürüme mesafesi en ideali. Gelin görün ki İstanbul gibi bir şehirde herkesin bu lüksü yok, benim de öyle!
Gazetecilik aslında bir yaşam biçmi.. Tamam bir işte başarılı olmak istiyorsanız bütün meslekler için geçerli de bu. Bizim için daha da olmazsa olmaz bir durum. Aslında özel farklı, bir yerde değil de şehrin içinde, hayatın nabzının attığı bir yerde olmalısınız. Mesela sokağa adımınızı attığınızda bir otobüsün içinde işine yetişmeye çalışanları, mağaza vitrinlerini hayranlıkla izleyen kadınları da gözlemleyebilmeli insan.
Her zaman şunu iddia ederim: hobisi pek olmaz gazetecinin. Daha doğrusu diğer insanlar için hobi sayılabilecek pek çok şey onun için sıradan bir görev olabilir. Mesela kendimden örnek vereyim. Sinemayı, müziği, tiyatroyu birçok kişi hobileri arasında sayar ama benim için sıradan, hatta çoğu zaman görev icabıdır. (Sevmediğimden değil, benim için nasıl sıradan bir şey olduğunu anlatmaya çalışıyorum.) Siz "Bu hafta da şu dergiyi okuyayım" diyebilirsiniz Ama benim her hafta, her ay, her gün zaten takip etmem gereken dergiler, gazeteler vardır.
Aslında lafı uzatmamın sevgili Gürol Sultanoğlu'na bir faydası yok. Bir gazetecinin hayatı hakkında pek fazla ipucu veremedim belki ama dikkatli, ayrıntıları gören bir gözü olduğunun,çoğu zaman estetik kaygılar taşıdığının da altını çizeyim. Bir de bizim gibi günde neresinden bakarsanız en az 10 saat çalışılan bir meslekte insan kimi zaman evindeki perdelerin rengini bile hatırlayamayabiliyor. O yüzden şahsen olabildiğince fonksiyonel, fazla dağınıklık yaratmayacak, dağılınca da kolay toplanacak, yazı masamı, kitaplarımı ve CD'lerimi sığdırabildiğim, TV kumandasına rahatça uzanabileceğim bir ev tasarımı bana yeter de artar bile!
İŞ SANAT'TA SEFARAD MÜZİKLERİ GECESİ
Daha henüz dinleyemedim ve fırsatım olursa bu hafta izlemeyi çok istediğim bir konser var. İş Sanat'ta 30 Mart akşamı saat 19.00'da gerçekleştirilecek Seferad Gecesi. İstanbul'da doğup büyüyen ve 1978'de ailesiyle İsrail'e göç eden Suzy Levi, Yasmin Levi'yle unutulmaya yüz tutmuş Judeo-Espanyol dilini konuşan Yahudilerin şarkılarından oluşan bir repertuvar sunacak. Bu şarkıların geçmişi 1492'de İber Yarımadası'ndan göç etmek zorunda kalan Seferad Yahudilerinin Arap ezgileri ve Flamenko karışımından oluşan müziklerine dayanıyor. En büyük arzusunun çocukluğunda anneannesinden duyduğu Judeo-Espanyol şarkıları genç kuşaklara aktarmak olduğunu söyleyen Levi'nin bu amaçla doldurduğu demo CD bir anda Avrupa'nın önde gelen plak şirketlerinin dikkatini çekmiş. Bu sayede 37 yaşında şöhretle tanışmış Levi..İsrail'de pek çok konser veriyor. 30 Mart akşamı da doğduğu kentte söyleyecek dinleyicilerine..