Gedikli meyhaneler
Akşamcılar, semtlerine göre yeniçeri akşamcıları "Dayı" unvanıyla herkesten daha fazla hürmet görürdü. Kasımpaşa'dan Fındıklı ve Salıpazarı'na kadar uzanan meyhanelerin gediklileri tersanecilerle, topçulardı, ayak takımının gittiği yerler ise koltuk meyhaneleriydi
Eskiden Ramazanı takiben Bayram Arefesinde gedikli müşterilerinin evlerine "uskumru dolması" yollayan meyhaneleri biliyorsunuz. "Unutma bizi dolmaları" bugün var mı, sürüyor mu bu şıklık bilemem. Çoğu zarif ve duygulu "semt adetleri" gibi 19. yüzyılda kaldı herhal... Ama istisnalar yok değil, birisi bana yolladı. Arefe günü gazeteye bırakılan bir kitap tam bir "unutma beni dolması": Deniz Gürsoy yazmış "Çilingir Sofrasında Rakı" (Oğlak Yayıncılık, yemek-anı dizisi, 2001, 134 sahife) Baştan söyleyeyim, bir seferde okunuveren kitaplardan, dönem filmleri gibi. Gürsoy'un metnin arasına serpiştirdiği eğlenceli atıfların bunda rolü çok. Ama bence esas önemlisi şu: Yazar belki daldan dala atlıyor ama bizi gezdirdiği "koru" benzersiz.
Deniz Gürsoy'un yazdıkları "Türkler'in milli içkisi" üzerine. Peki ama sorarım size Türklerin "milli" bir içkisi var mı ki? Bence yok.
Yine de en popüler olanın rakı olduğu kuşku götürmez. Onun için belki de soruyu şöyle sormak gerekir: En çok Türkiye ile birlikte hatırlanan içki hangisidir? Rakı.
KİBAR KOLTUKLARI
Birkaç yıl oluyor, yabancı bir misafirim meyhaneye gitmek istedi. "İmparatorluk Başkentinin Meyhane Efsanelerini" duymuş önemli birisi. Hata yapmak istemedim. İşin profesörü Aydın Boysan'ı aradım. Nereye gitmeliyiz, bozulmadan kalan hangisi diye? Aydın Ağabey celallendi. Behey şaşkın, ne meyhanesi, öyle bir şey artık yok dedi. Ne yazık. İşte kitabın yazarı bizi bu buğulu dünyaya atıyor:
"İstanbul meyhaneleri, bulundukları yerlere, sahiplerine, dükkanın üzerine unvan levhası yerine asılan tahta ya da madeni kayık, kule, hançer gibi alamet-i farikaları, ya da içinde havuz fıskiye bulundurma özelliklerine göre adlandırılırdı. Sözgelimi Hançerli, Kürkçü Hanı, Yahudi, Kandilli vb. Bu alametlerden bazıları Yeniçeri ocaklarının alametleriydi. Bu meyhanelerin akşamcı müşterileri ve semtlerine göre yeniçeri akşamcıları "Dayı" unvanıyla herkesten daha fazla hürmet görürdü. Tersanecilerle topçular, Kasımpaşa'dan Fındıklı ve Salıpazarı'na kadar uzanan meyhanelerin müşterileriydi. Kayıkçı, hamal, tellak takımı ve İstanbul'un baldırı çıplak külhanileri bu meyhanelere giremez, uğrasalar da meyhane akşamcılarının bulunmadığı zamanlarda ayakta içip giderlerdi. Bu meyhanelere "Gedikli Meyhaneler" denirdi. Abdülaziz döneminin sonlarına doğru bunlara "Selatin Meyhaneler" denmeye başlandı. Ayak takımının gittiği yerler "Koltuk Meyhanesi" denilen kaçak yerler, gizlice içki satan ara sokak bakkalları ve manavlarıydı. Koltuk meyhanelerinin bir kısmı ise "kibar koltukları"ydı. Buralara, evine içki sokmayan memur ve katip takımı gelirdi.
Ayak takımı için küçük "koltuk"lardan başka bir de "Ayaklı Meyhaneler" vardı. Ayaklı meyhaneler seyyar içki satıcılarıydı. Çoğunluğu Ermeni'ydi. Bunların dükkanı, tezgahı, fıçısı, ustası, sakisi kendisiydi. Bellerine ucu musluklu, rakı ya da şarapla doldurulmuş gayet uzun bir koyun bağırsağı sararlar, sırtlarında bir cüppe, cüppe'nin iç cebinde de bir kadeh olurdu. Ayaklı meyhaneler en çok Bahçekapı, Yemiş İskelesi, Galata ve civarında dolaşırlardı."
Ha bir de, bu arada bu kitap vesile oldu, bir dostumuz daha bizim sahaya el attı, 52 beden, Latif'in bu önemli detayı atlamayacağına eminim!
|