Tekneciliğe ilk başladığım yıllardan biriydi. Sanırım 1966
ilkbaharı... Kotramı İstanbul Yelken Kulübü'nde karaya çekmiş,
sintineyi temizlemeye çalışıyordum. Elimde topladıklarımı içine
koyduğum kap, kan ter içinde yerimden doğruldum. Birdenbire sevimli
bir yüzle burun buruna geldim. Benden oldukça büyük bir adam, iki
kolunu küpeşteye dayamış gülümseyerek bakıyordu.
"Evlat" dedi "şöyle haysiyetli bir tornavidan var mı? Benimkini öyle
bir yere düşürdüm ki, ulaşıp çıkartamıyorum. Aslında teknede herşeyin
yedeği var ama diğer takım kutusunu eve götürmüştüm..."
Daha bir takım kutusu bile edinememiştim. Herşey bez bir torbanın
içinde duruyordu. Elimi daldırıp tornavidayı çıkarıp, uzattım. Bu ara
torbadaki ıskarpela elimi kesti.
Adamın rüzgar gibi merdivende kaybolup, elinde bir ilk yardım
çantasıyla tekrar belirmesi bir oldu.
Aslında kesik öyle önemli bir şey değildi ama o ciddiye almıştı.
Tentürdiyotlu pamuğu bastı, sargı bezini de itinayla üstüne bağladı.
Üstündeki tulum kirpas içinde olduğundan ilk anlarda teknelerden
birinin kaptanı ya da motorcusu sanmıştım. Ama konuşma şekli,
davranışları hiç de öyle bir havada değildi.
Karşılıklı teşekkürlerden sonra tornavidayı aldı gitti.
Teknede iş çok, yardım edecek bir Allah'ın kulu da olmayınca zamanın
nasıl geçtiğini farkedemedim. Kotradan dışarıya çıktığımda, neredeyse
çekek yerinde benden başka kimse kalmamıştı. Bizim yan komşu da
çoktan gitmiş olmalıydı.
Ertesi gün tekneye biraz geç geldim. Baktım havuzlukta yepyeni bir
tahta takım kutusu. Açtım içinde benimki ile birlikte bir tornavida
daha duruyor.
Hemen yan tekneye tırmandım. Kamaranın medivenindeydi.
"Beni mahcup ettiniz..." Sözümü tamamlamama fırsat vermedi.
"Turgay kardeşim" diye söze girişti. Belli ki benimle ilgili geniş
bir soruşturma yapmıştı.
"Bu yaşta kendi imkanlarınla tekne alman beni çok etkiledi. Şimdi
ağabeyin olarak bize de bazı görevler düşüyor. Denizcilik herşeyden
önce yardımlaşma ve düzen ister. Sana aldığım takım kutusu ve yedek
tornavida teknende olması gereken bu düzen işinin başlangıcı olsun.
En azından bir daha telaşla elini filan kesmezsin. Benden gelmesi de
denizciler arasındaki yardımlaşmanın çam sakızı bir örneği...
Haa aklıma gelmişken söyleyeyim senin çarmık tellerini hiç
beğenmedim. Boyayla örtmeye kalkarsan, direği kafana yersin. "O
zamanlar krom teller icat olmamıştı". Şimdi Dündar ağabeyini dinle,
tamamını değiştirmeye bak! Paran yenisine yetmeyecekse Boyacı Ömer'e
sor, kulüpte birilerinde çıkma ama temiz teller olacak. Az bir paraya
bir iki sezon için işini görürsün. .."
Dündar ağabey engin tecrübesiyle sadece eksiklerimi görmekle
kalmamış, benim için en doğru pratik çözüm yolunu da göstermişti.
Öyle babacan, öyle bilge bir havası vardı ki!..
Tüm söyledikleri kulağımda. Teller o zaman gerçekten çok ucuza
değişmişti de, galiba takım kutusu işini biraz abartıyorum. O gün
bugün teknemde en az iki takım kutusu bulundururum. Mesela şu anda üç
takım kutum var. İçinde de her aletten birkaç tane olması kaydıyla
hem de...
Sanki, "elimden kayar gider de denizin ortasında çaresiz
kalıverirsem, Dündar ağabeyim bana kızarmış" gibi bir his var
bilinçaltımda...
Dündar ağabeyin o üç beş cümlelik diyalogta öğrettiği "denizciler
arasındaki karşılıksız sevgi ve dayanışmaya" gelince her geçen gün
önemini biraz daha anlayarak, kendimce uygulamaya çalışıyorum. Zaman
zaman denize, denizcilere yakışmayacak hareketlerle karşılaşsam da
hiç etkilenmiyorum. Bu yüzden eşimin tepkisini bile alıyorum... Ama
olsun biz büyüklerimizden böyle gördük...
Nur içinde Dündar ağabey. Nur içinde yat koca kaptan...