Sinemanın uslanmaz çocuğu, her yaptığı filmle tartışma yaratan aykırı yönetmeni Sinan Çetin... Ona göre başarısının sırrı, dürüstlük, hem de öyle böyle değil... "Yalan söylemeye ihtiyaç duymayacak kadar dürüst olabiliyorsan başarırsın" diyen yönetmen, 20 yıllık kariyeri boyunca 800 tane reklam ve klip, 11 tane uzun metrajlı film olmak üzere toplam 86 milyon 595 bin kare çekmiş. 1980 yılında "Bir Gülün Hikayesi" ile ilk uzun metrajlı filmine imzasını atan Çetin, "Çiçek Abbas", "Berlin in Berlin", "Bay E", "Propaganda" ve son filmi "Romantik" ile aykırı çizgisini kanıtladı. Televizyondaki "Film Gibi" programı ile de içindeki duygusallığı ortaya çıkardı.
* Yaptığınız filmler hep ses getirdi. Ne kadarı planlı ne kadarı tesüdüftü?
Ben Türk milletinin bir filme vereceği duygusal tepkileri hesaplama rasathanesi kurdum. Türk milletinin şanlı tarihinin ipuçlarını tahlil ederek, bir makine yaptım. Bu makine, hangi filmin ne kadar çok seyirci tarafından seyredileceğini raporlar halinde veriyor. Düğmeye basıyorum, sonuçları alıyorum ve filmlerini Türk milletinin şanlı duygularına seslenecek şekilde yapıyorum. Ne güzel sistem kurmuşum değil mi? Hesaplı, kitaplı film yapılır mı ya! Hesaplı kitaplı sevişilmez de, yürünmez de, yaşanmaz da! Zaten hesaplı kitaplı yapanların adına sahtekar denir, hesapsız kitapsız yaşayanlara da, 'dürüst adamlar' denir. Doğal ve çıplak olmaya çalışıyorum, tabiata uygun olarak yaşamaya çalışıyorum. Tabiatın kendisi son derece yol göstericidir. Sorularınızın cevabını tabiatta bulabilirsiniz. Kendi tabiatınıza uygun filmler yaparsanız, seyirci de o tabiata uygun filmin samimiyetini hissedip, filme gider. Bir eserde şahsi şey ne kadar derinse, o kadar az insana gider. Fakat, ne kadar çok, insana göre yapılmaya kalkılırsa, o kadar çok sahtekar olur.
* Yani siz, seyircinin isteğine göre değil, kendi isteğinize göre filmler yapıyorsunuz...
Seyircinin istekleri bitmez. Taleplere uygun reçetelerle film çekmeye kalktığınız zaman seyirci bu samimiyetsizliği hissedip, sinemaya gitmiyor. Büyük bir samimiyetle yapmanız lazım. İçinizden, en derininizden çıkarmanız lazım ki, ne kadar derinlerinizden çıkarırsanız, o kadar çok kitlelere yayılırsınız. Ne kadar çok kitleler için yapmaya çalışırsanız, o kadar çok kitleyi kaçırırsınız.
* Son birkaç seneye kadar yapılan Türk filmleri çok eleştiriliyordu, filmler seyirci bulamıyordu. Sizce değişen ne oldu?
Türk filmlerine bayılıyorum. Hatta '60 ila '70 yılları arasındaki Türk filmlerine neredeyse aşığım. O yıllar bence sinemamızın altın yıllarıymış, taa ki televizyonun icadına kadar! Sinema neredeyse topluma yol göstermiş, modayı saptamış, taklit edilebilen kahramanlar yaratmış, taklit edilebilen giysiler üretmiş, özenilen hayatlar üretmiş. Sinemanın bizati kendisi zaten bütün bunlar demek. Sinema, halkın özendiği dünyalar yaratmaktır. O yıllardan sonra, sinemanın üzerine başka yükler binmiş. Hayal dünyasının, hikaye anlatma sanatının, maceralar, masallar dünyasının üzerine politik mesaj verme kaygısı girmiş. 1975'ten sonra inanılmaz derecede kaba politik filmlerle, inanılmaz derecede çirkin arabesk bir kültür hakim olmuş. Bir tarafta solcu politik kabalık, öbür tarafta arabesk duygu salçasıyla Türk Sineması seyircisi yavaş yavaş, o hayal dünyasından kopmaya başlamış. Tam da ortasına seks furyası girince aile de sinemadan kopmuş. Geriye sadece bir avuç entelektüel sinema sevmekten ziyade, sinemacıları seven bir kitle kalmış. Onlar da sanat filmi adı altında yapılmış. Onlarda da, 10 dakika yağmur yağdığı, 5 dakika kapı açıldığı, 20 dakika adam yolda yürüdüğü için maalesef sinemadan seyirci kopmuş. Şimdi yavaş yavaş, gerçek sinema tekrar gündeme geliyor. Maalesef bilinmez ama bunun kapısını açan da, "Berlin in Berlin"dir! Ondan sonra "Amerikalı", "İstanbul Kanatlarımın Altında", sonra "Eşkıya", son dönemlerde de, "Vizontele" ve "Komiser Şekspir"dir. Bunlar Türk halkının sinemaya gelmesini sağlayan heyecan verici öykülerdir. Bence sinemaya seyirciyi getirmemek çok çirkin bir şeydir. Niye yapıyorsun ki ozaman? Al evde videoda, arkadaşlarınla beraber seyret. Dünya sinemasında da öyle tipler var, "Seyirci için yapmıyorum, sanat için, festivaller için yapıyorum" derler.
* Sizce "Başarı" nedir?
Başarı, yalan söylemeye ihtiyaç hissetmeyecek kadar dürüst olmak demektir. İnsanlar başarıyla, dürüstlük tahtını satın alırlar. Dürüstlük koltuğuna otururlar ve başarı onlara hayatlarını yalansız dolansız yaşama fırsatı verir. Dünyada dürüst insan yoktur, sadece başarılı ve başarısız insan vardır.
* Siz kendinizi başarılı buluyor musunuz?
Ne kadar az yalan söylersen, o kadar çok başarılısınızdır. Ben yalan söylemek zorunda kalmıyorum.
* Peki, Türkiye'de yönetmen olmaktan memnun musunuz?
Yoo... Ben binin üzerinde reklam filmi çekmişim. Bin tane reklam filmi çeken adam, New York'un yarısını satın alırdı. Kendimi bildim bileli film çekiyorum, 20 senedir kameranın arkasındayım. Ben bir hafta bir şey çekmezsem, kurdeşen dökerim. Ben öyle büyük sanat filmi yönetmenlerinden değilim, beş sene bir film düşüneceğim de çekeceğim. Daral gelir bana. Bu kadar çok çalışmanın karşılığında, Türkiye'nin içe kapanık ekonomisi, dünyayla aramıza sınırlar çeken, adını "Bağımsız Türkiye" olarak özetledikleri, kalın duvarlarla bizi dünyadan koparmaya çalışan bu zihniyeti kırıp da, yurtdışında dünya pazarıyla yarışmak isterdim.
* Burada böyle bir şans yok mu sizce?
Bakacağız... Biz yeni yeni zorluyoruz. Bazı Türkler dünyanın kendilerine düşman olduğunu zannediyor, bazıları da dünyanın bir pazar olduğunu ve o pazarda yer almak gerektiğini düşünüyor. Ben dünyada bize kimsenin düşman olduğunu zannetmiyorum. "Türk'ün Türk'ten başka dostu yok" lafının, yanlış olduğunu düşünüyorum.
* Türkiye'de verilen emekler, özverili çalışmalar dünyada hakettiğini bulur mu sizce?
Tabi, tabi.. Aslında Serbest Pazar'da ayakta durabilecek kadar yetenekli olanlar, dünya pazarına açılmak isteyenler. Ama Serbest Pazar'da hiçbir yeteneği olmayanlar, devletin ekonomiye el atmasını isteyenler... Dünyada da bu çatışma devam ediyor. Türkiye'de "devlet ekonomisi kalsın, dünya pazarından uzak duralım" diyenler var. Hayır efendim, devlet ekonomisi kalksın, dünya pazarında yaratıcı Türkler yerlerini alsın diyenlerdenim ben.
* Bir yönetmen olarak beğendiğiniz yönetmenler kimler?
Çok değerli yönetmenler var Türkiye'de... Levent Semerci, Umur Turagay, Yağmur-Durul Taylan kardeşler, Reha Erdem, Charles Richards, Yücel Yolcu, Şener Soluşen... Bir on kişi daha biliyorum, cebimde onların listesi... Gördüğünüz gibi bu insanların isimlerini pek de fazla bilmiyorsunuz. Bunlar çok değerli yönetmenlerdir. Günün birinde uzun metrajlı çekerlerse, insanlar Türk halkı daha çok duyacak bu isimleri.
* Çalışmaktan en çok zevk aldığınız oyuncular kimlerdi?
Zevk almadığım oyuncu var mı diye düşünüyorum... Yani "aman nereden soktum bunu sete" dediğim birisini... Öyle bir oyuncu olmadı. Zaten ben sevmediğim adamı sete sokmam. Onlar genellikle arkadaşlarımdır.
* Sizin setleriniz nasıl oluyor ki?
Ben daha hiçbir şeyin hazır olduğunu görmedim! Ben daha bu rüyayı göremeden, öleceğim herhalde. "Hadi, kamera!" diyemedim. Önce "Hadi kalkın, kahvaltı yapın, arabanın benzinini aldınız mı, insanları duraktan aldınız mı..."ya kadar ilgileniyorum.
* Neden böyle, programsızlık mı?
Hayır, planlı da çalışıyoruz. Mesela, "Sabah saat 6'da herkes arabada hazır olacak, en son binen ben olacağım, valla yakarım çıranızı " diyorum... Yok kardeşim, ben arabaya binmeden kimse binemiyor! Kimse bensiz harekete geçmiyor.
* Bu koşuşturmanın içinde, enerjinizi nasıl depoluyorsunuz?
Çocuklarımı kalbimin üstüne koyup, dinleniyorum!
* Bir de böyle duygusal tarafınız var, izleyici bu yönünüzü en çok "Film Gibi"de görüyor. O program üzerinizde nasıl bir etki bırakıyor?
"Film Gibi" akşamlarından sonra, gidip bir yerde, bir duble bir şey içip dağıtmaya çalışıyorum ama olmuyor. Zor bir program aslında...
* Size kattığı bir şeyler var mı?
Aldığı şeyler olduğu kesin... Bir kere zamanımı alıyor, sonra çok fazla üzülüyorum... Ama Türkiye için gerekli bir program. Çok beğendiğim Türkan Şoray, Haluk Bilginer'in dizisi "Tatlı Hayat" 17'nci olurken, sıradan bir Türk vatandaşıyla tek başıma konuştuğum programın ikinci, üçüncü olmasının nasıl bir vaka olduğunu değerlendirin... Demek ki, halkla çok derin bir bağ kurmuş.
* Yeni film projesi var mı?
Var, çok yakında çok komik bir film yapacağız. Ama hayatta söylemem!..
* Komedi oynayan oyunculardan kimleri beğeniyorsunuz?
Oyuncuları komedyen ya da değil diye ayırmam. Mesela Kenan İmirzalıoğlu'yla komedi çekebilirim.
* Geçen sene çektiğiniz Kent Şekerleri'nin reklamı, "duygu sömürüsü" diye eleştiri almıştı. Bu sene, ikincisini çektiniz ve beklenenler geldi...
Geçen sene, "Duygularımızı ayağa kaldırıyor, bizi ağlatıyor..." diye o kadar çok laf ettiler, ajans da korktu ben de korktum ve duyguları az bir film yapalım dedik, yine yorumlar duyuyorum. İşte tam örnek, seyirciye göre iş yapmayacaksın, kendi bildiğini yapacaksın. Basın aslında çok önemli biliyor musunuz... Geçen sene "duygu sömürüsü..." diye yazı yazdılar, bu sene de "Aman kimseyi ağlatmayalım" diye etkisiz bir film yaptık bence!