Aşktan söz eden Pazar yazısı...
Bilirsiniz adettir, Pazar yazısı dendi mi akla ya "aşk" gelir ya "kadınlar" ya da "müzik".. Ama çoğunlukla aşk ve kadınlar. Öyle bir konudur ki bu, yaz yaz bitmez. Ve özellikle de erkek yazarlar tarafından ele alınır konu, uzman onlar ya.. Aşk'ı ve kadınları onlardan iyi kim anlatabilir?
Oysa biz kadınlar çoğu kez erkek yazarların hakkımızda bilgiç bilgiç sayfalar, kitaplar dolusu yazdıklarına bakar ve "Vay, vay vay!. Meğer biz bizi hiç de anlayamamışız. Onlar birkaç deneyimle kadın cinsini nasıl da beyninin, ruhunun tüm derinliklerine kadar hücre hücre okumuşlar. Gerçekten de bu erkekler bizden akıllı mı ne?!!" filân deriz.. Onlar ise buluşlarından, keşiflerinden memnun "Bizim oğlan bina okur, döner döner yine okur" misali dönüp dönüp kadınları anlatmaya devam ederler.
Her nedense kadınlar benzer şekilde erkek genellemelerine girmeye gerek duymazlar pek. Siz hiç kadın yazarların sık sık "Erkekler şöyledir, aşk böyledir" şeklinde Pazar yazıları yazdığını gördünüz mü? Birkaç istisna olabilir tabii. Onlar da genellikle başka aşklardan çok kendi yaşamlarını konu eden yazarlardır.
Ben ise erkekler tarafından yazılan, kadınlar ve aşktan genellemelerle söz eden Pazar yazılarını ve romanları okumaya değer bile bulmam. Bana göre her insan ve her deneyim birbirinden tümüyle farklıdır, kadın ya da erkek cinsini genellemek mümkün değildir ve bu tür yazılar popülizm kokar. Bir tür kandırmacadır kısacası..
Ve üstelik Türkiye gibi, kadın cinsine doğduğu andan itibaren her türlü haksızlığın reva görüldüğü, bu haksızlıklara karşı çıkan "eşitliği, insan haklarını" savunanların tek kalemde "feminist" olarak adlandırıldığı, kadınların "insan hakkı"nın yine ancak kadınlar tarafından savunulduğu, aşk ve kadınları fantezi bir yazı unsuru olarak görenlerin kadınlarla ilgili ciddi konuları "önemsiz" bulduğu bir ülkede "tam bir kandırmaca", "bir malzeme"dir bu konular.
Görünüşe bakılırsa bundan böyle Pazar günleri de birlikte olacağız. Kadınlardan da sık sık sözedeceğiz ama eğlence, "Pazar konusu" anlamında değil. Türkiye'de "kadın" denince akla gelen çoğunluk, ezilen, haksızlıklarla karşılaşan kesim olarak ele alacağız onları çoğu kez..
Kısacası sevgili okurlar ben size 'hoş, hafif' konular aramaya zorlamayacağım kendimi.. Aksine Pazar günleri de zihninizi çalıştırmanızı sağlayacağım. Ne demiş atalarımız; "İşleyen demir ışıldar".
Medeni Kanun kompleksi!
Haydi biz de erkekler için -ama bu kez ispatlanmış- bir genelleme yapalım şimdi.. Ben diyorum ki; Türk erkekleri genelde kendilerinden ve dolayısıyla kendilerine duyulan sevgiden emin olmadıkları için kadınların "Medeni Kanun"la güçlendirilmesine peşinen karşı çıktılar.
Erkek çoğunluğunun düşüncesi eşlerinin ekonomik bağımlılığı olmadığı takdirde kendilerini kolayca terkedivereceği yönündeydi. Daha açık bir ifadeyle fena halde korkmaktaydılar. Bu nedenle, son 15-20 yıldır yoğun olarak değiştirilmesi, eşitliğe ve kadın emeğine saygı temeline oturtulması için çalışılan "Medeni Kanun" değişikliği Meclis'ten "yangından mal kaçırır" gibi alelacele, yarım yamalak çıkarılıverdi.
Öyle kulisler, öyle pazarlıklar yapıldı, yasanın mevcut evliliklere de uygulanmasını gerektiren "yürürlük" maddelerinin reddi öyle tehditlerle sağlandı ki bunlar ortaya çıkarılsaydı, o anlı şanlı partiler ve milletvekilleri yaptıklarının hesabını asla veremezlerdi.
Medeni Kanun değişikliği TBMM'den yarım yamalak çıktı ve tüm beklentilerin aksine Cumhurbaşkanı tarafından da onaylanıverdi. Oysa çok sayıda milletvekili, hukukçu ve kadın kuruluşu kararın ya veto edilmesini veya Anayasa Mahkemesi'ne gönderilmesini bekliyorlardı
Acaba A. Necdet Sezer tüm hukukçuların hatalar bulunduğuna inandığı bu yasada hiçbir haksızlık, yanlış veya eksik olmadığına nasıl anında karar verebildi, bu apayrı bir soru..
Ama konu kapanmış değil. ANAP yeni bir değişiklik tasarısı verdi bile. DYP'nin tasarısı ise yolda..
Medeni Kanun daha çok tartışılacak. Önce bizim tarafımızdan!
Londra'da bir Türk restoranı: Sarastro
Geçen haftaki yazılarımda okuduğunuz "Londra'daki sanat turu"muzu atarken gittiğim bir Türk restoranı Sarastro.. 126 Drury Lane'de, tiyatro binalarının arasında harika bir restoran.
Boş masa bulmak çok zor. Rezervasyonunuzu mutlaka önceden yaptırmanız gerekiyor. Ve tabbi ki bu popülerlik, hele de yüzlerce iyi restoranın bulunduğu Londra'da elde edilen bu başarının nedenleri var.
Salon aynen bir opera salonu gibi dekore edilmiş. Türk mezeleriyle donatılmış masalarda başlıyor yemek. Dolmadan, humusa, patlıcan kızartmasına kadar aklınıza ne gelirse istediğiniz her yemek anında geliveriyor. Servis ve ilgi müthiş.
Kuru kuruya yemeğinizi yiyip kalkmıyorsunuz. Kendinizi tiyatro merkezinde hissetmeniz, o opera dekorunu yaşamanız için opera sanatçılarından şarkılar da dinletiyorlar yemek sırasında..
Bizde restoranlarda 'yemek' evde yemekten fazla farklı olmadığı ve sonunda hepsi aynı atmosferde buluştuğu için ben bu tür değişiklikleri çok takdir ediyorum. En azından bir gitar, bir müzik grubu, dans gibi ilaveleri artık düşünmesi lâzım restoranların.
Örneğin Çırağan Otel'de Pazar brunch'larında çok iyi bir Latin grubu müzik yapıyor. Ne farklılık yaratıyor, bilseniz.
Yılbaşı programları
Geçenlerde yılbaşında nerede ne var diye şöyle bir soruşturdum. Zahmet edip doğru dürüst program hazırlayan, eğlenceli bir gece sunan mekân yok. Ama istedikleri para adam başı 120 milyondan başlıyor. İçki hariç.. İçkiyle birlikte herhalde 200 milyon civarında olacak. Peki bu parayı veren insan, neden karşılığında özel bir yılbaşı eğlencesi de beklemesin?
Sarastro'nun sahiplerine 'Şu restorandan Türkiye'de de açın. Hiç değilse örnek olsun' dedim. Aynı sözleri daha önce birçok Türk'ten duyduklarını ve açmayı düşündüklerini söylediler.
Yolunuz Londra'ya düşerse, Sarastro'yu görün. Bana hak vereceksiniz.
|