İki arkadaş İstanbul bit pazarından aldıkları ucuz eski Zodiak botu arabalarının arkasına atıp güney sahillerine inmişlerdi. İyi bir tatili hak ettiklerini düşünüyorlardı.
Dalıp balık avlayacaklar şehir yaşamlarını biraz olsun üzerlerinden atıp dinleneceklerdi.
Sovyet Kanosu işe yaramıştı doğrusu. Bu güney sahillerinde bundan iyisi can sağlığıydı. En az on kilometrelik yolu kıyı kıyı dalarak balık avlayarak yavaş yavaş katetmişler, şimdi de konaklayacak yer arıyorlardı. Biraz dinlenip vurdukları balıklardan bir kaçını şöyle orman ateşinde kızartıp yiyeceklerdi. Ege'nin Akdeniz ile birleştiği bu sularda, mola verecek koy bulmak çok zordu. Karşılarında bir tek koy görünüyordu. Kanolarını bu koya doğru yönlendirdiler.
Koya girdiklerinde, koyda yalnız olmadıklarını anladılar.
Kıyıda dört kişi oturmuş sanki onları bekliyordu. Birisinin elinde de güçlü bir av tüfeği vardı. Bir çifte olmalıydı bu. Bu bölgenin köylülerinden olmalıydılar. Zamanlarını ve balıklarını başkalarıyla paylaşmak istemiyorlardı. Ama artık geri dönmek olanaksız gibiydi. Şöyle bir uğrayıp geri dönmekten başka çare kalmamıştı.
***
Kanoyu sahile gölgeye çektiler.
- Kısmet ayağımıza geldi.
Köylülerden eli silahlı olanı böyle karşılamıştı gelenleri. Onlara gözdağı verip psikolojik üstünlük sağlamak istiyordu. Sonra da istediğini almak üzere üstünlüğünü daha da artıracağı besbelliydi.
- Kimin kısmet olacağı hiç belli olmaz! dedi kanoyu gölgeye çekenlerden esmer olanı.
Hemen bir soğukluk ve gerginlik başladı sahilde.
- Kısmet dediysek, altı üstü biraz balık dedik canım.
Ağaçların altında bağdaş kurup oturanlardan bir başkası, gerginliği yumuşatarak istediklerine kestirmeden ulaşmak istemişti.
Denizden gelenlerin esmer olanı psikolojik dengeyi kendi yanlarına çekmek için doğrudan saldırdı:
- Yörükleri bilirim balık için adam bile vururlar!
Oturanlar irkilip direttiler:
- Biz Yörük değiliz!
Esmer delikanlı yamandı, kesin bir tecrübeyle konuşuyordu:
- Ben yörüküm! Ben de buralarda büyüdüm.
Sesinde uzlaşmaya yanaşık bir tonlama olmasa, doğrusu pek aşırı kaçmış olacak, oturanları kızdıracaktı.
Elinde silahı olan diklendi:
- Denizlerde balık bırakmamışsınızdır.
...Köylülerden biri kalktı, kanonun yanına gitti. Önce şöyle kabaca göz gezdirdi. Ortalıkta balık görünmüyordu. Şu ıslak çuvalların altında olmalıydı. Çuvalları eliyle kaldırmak istedi.
Esmer delikanlı yanına gelip engelledi:
- Balık malık yok kardeşim. İnanmıyor musun?
- Var gibi duruyor da! Balık vuramamanız imkansız!
- Bir iki tane olsa bile size mi vereceğiz?
- Ne olur paylaşsak?
- Yok kardeşim yok!
Yeniden ağaçların altına oturdular. Ama bu didişmeye bir son vermek gerektiğini hepsi anladılar. Yoksa iş kavgaya dökülecekti. Kano ile gelenlerden esmer olanı kendince bir formül buldu. Çoktan beri tüfek ile atış yapmamıştı. Canı bu güzel çifteyi denemek istiyordu. Daha doğrusu kendisini denemek istiyordu. Sordu:
- Bu tüfek senin mi?
- Benim.. Ne olacak?
- Domuz kurşunun var mı?
- Var!
- İyi nişancı mısın? Kendine güvenir misin?
- Hee.. Ne olacak?
- Karşısı kaç metre vardır?
- Yüz metre ya var, ya yoktur.
- Doğru yetmişbeş metre kadar. Oraya şu taşı koyalım. Bir kez sen ateş et, bir kez de ben.
- Ben vurursam balığı vereceksin öyle mi?
- Üstüne bastın! Eğer vurabilirsen, okkalı bir karagöz vereceğiz. Paylaşırsınız. Ne yaparsanız yaparsınız. Bizden bu kadar. Oldu mu?
- Oldu.
...Küçük bir karpuz büyüklüğündeki bir taşı alıp deniz kenarındaki kayaların üzerine yerleştirdiler. Çiftenin sahibi heyecanlandı. Kendisinden emindi. Köyde iyi nişancı olarak bilinirdi. Ama yarışmaya geldi mi heyecanlanırdı. Olsun bu şehir çocuğuna mı yenilecekti. Tüfeği omuz boşluğuna dayadı. Ya ikisi de vuramazsa ne olacaktı?
- Peki sen de vuramazsan, ben de vuramazsam ne olacak? Kurşunlar boşa mı gidecek?
- Eğer ben vuramazsam, sen vuramazsan bile, karagözü alacaksın.
Bu pazarlık köylülerin hoşuna gitmişti. Bu esmer şehirli delikanlıda iş vardı. Adil birine benziyordu. Ne de olsa o da Yörük idi. Hepsi onayladılar:
- Tabii canım öyle olması lazım. Kurşunlar boşa mı gidecek?
- Bak tekrar söylüyorum: Eğer ben vurursam, sen vuramazsan, balık malık yok! İtiraz yok küsmek yok!
- Yok canım. Cezamızı çekeceğiz o zaman!
- Evet cezayı çekmek gerek! Balık olsa tamam, yok kendimize kadar!
Hadi bakalım al nişanını!
Adam yeniden nişan vaziyeti aldı. Ama tereddütlüydü. Bekledi. Anladı, hedefi vuramayabilirdi. Bekledikçe kollar titrerdi. Nihayet ateşledi. Hedef olduğu yerde duruyordu. Vuramamıştı. Ateş eden şaşırdı. Üzüldü. Şimdi umudu, rakibinin de vuramamasıydı. Bu apartman çocuğu mu, kendisinin vuramadığını vurabilecekti? Esmer delikanlıda tuhaf bir hoyratlık ve kendine güven vardı. Tüfeği eline aldı ve her yanını eski bir dostuna kavuşmuş gibi sevgiyle kontrol etti. Onu okşarken eliyle tarttı. Namlusunun çeliğini gözden geçirdi. Özlemişti. Tüfeği omzuna götürürken, çocukluğundaki çulluk avlarını hatırladı. Çıplak dizlerinin taşlara batışına aldırmadan, diz çökerek ateş düzeni aldı. Dizine iyi bir yer ararken, dizi, sivri taşları devirip düzeltiyordu. O dizinin acımasına, taşlardan çizilip kanamasına bile aldırmaksızın, arpacık üzerinden hedefi arayıp buldu. Hedefi gördüğü an babasının sözleri kulaklarında fısıldadı: "Evlat hedefin alt kenar orta noktasına!"
Nefesini tuttu. Ateşledi. Taş tam ortasından beyaz bir leke bırakarak olduğu yere yuvarlandı.
- Kaybettin dostum! Taşı alın bakalım neresinden vurmuşuz?
Taşı getirdiler.
- Tam ortasından! Bravo!
Esmer delikanlı sezmişti. Burada artık daha fazla kalınmazdı. Yenilgi kolay hazmedilemezdi. Yeni bir hır gür çıkmadan denize açılmalıydılar.
- Gitme zamanı! Hoşça kalın!
Köylüler dona kaldılar.
Yapacak ve söyleyecek bir şey kalmamıştı. Köylüler yenilmişlerdi. Üzgündüler. Hem balığı alamamışlar, hem iki kurşunları gitmiş, hem de en kötüsü, bu şehirli çocuklarına yenilmişlerdi. Bu iş böyle bitemezdi. Eksik bir şeyler vardı.
Botu denize itmek için kalktıklarında içlerinden birisi dayanamadı.
- Tamam yendin ama, sen gene arkadaşa bir balık vermelisin!
Botun başına geldiler, denize itmek için uğraşırlarken, esmer delikanlı kolay pes etmeyeceğini belli etti:
- Neden? Anlaşmamızda böyle bir şey yoktu.
- Yok vermelisin!
- Balığımız fazla olsa belki verirdik ama yok! Hem anlaşmamız böyleydi.
Hani cezamızı çekecektik?
Köylüler, daha fazla ısrar etmenin kötülüğe varacağını sezdiler. Bunu istemiyorlardı. Ama bu kadar ezilmeye de dayanamıyorlardı.
Esmer delikanlı, bütün şehir yaşamına rağmen, köklerinden kopmamıştı. Köylülerin psikolojisini anlıyor, ama kolay kolay da pes etmeyi kendisine yakıştıramıyordu.
Üstünlüğün kendisinde kalmasını istiyordu. Gerçekten balıkları da pek fazla değildi. Yanında getirdiği arkadaşına da bir balık ziyafeti çekmek için söz vermişti.
Gitmek üzereydiler. Köylüler artık yenilgiyi kabul etmiş onları uğurlama eğilimine girmişlerdi. Esmer delikanlı hızlı bir hareket yaptı: Islak çuvalların altından büyük bir karagöz balığını çıkararak hızla sahile çifteyi elinde tutan köylüye fırlatırken neşeyle bağırdı:
- Sürpriiiz!
Kocaman balık havada taklalar atarak köylünün ayaklarının önüne düştü.
- Elinde tüfek bulunan köylü şaşkınlıkla ayaklarının ucuna düşen bu koca balığı kuyruğundan tuttu, havaya kaldırdı ve bottakilere dönüp şöyle bağırdı!..
- Hasta yatağındaki küçük kızım bu sürprize çok sevinecek...
Bottaki iki adam birbirlerine bakakaldılar, yol boyunca hiç konuşmadılar.
Vatan Şaşmaz