kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
1 Aralık 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Kimi kitaplardan bunaldıysanız...

Beyoğlu'na çıkmak bir ayrıcalıktı. 1940'lardan, 50'lerden söz ediyorum. Başka İstanbul olmadığı gibi, "başka Beyoğlu" da yoktu. Beyoğlu'na mı çıkacaksınız, bir güzel tıraş olur, pantolonunuzu ütületir, ayakkabılarınızı boyatırdınız önce.
1940'ların sonlarında, annemle Beyoğlu'na çıkardık. Cumartesileri. Yatılı öğrenciydim. Annem hafta içinde Melek'e, İpek'e, Lale'ye bilet alırdı önceden. Hangi filmi görmek istediğimi kestirirdi. Errol Flynn, Humphrey Bogart, Gary Cooper oynuyorsa ya da bir MGM müzikaliyse zaten sorun yok. Öğle yemeğimizi yedikten sonra Beyazıt'tan sarı tramvaya atlar, Galatasaray yolunu tutardık. 2:15 matinesinden sonra bir pastaneye. Hangisine mi? Elbette ona. Butak'a. Şimdiki Atlas Sineması'nın karşısında bir yerdeydi. Üstü fıstıklı krem şokola. 35 kuruş.
"Niye Budak değil de, Butak?"
"Burası Behzat Butak'ın da ondan."
Behzat Butak'ın kim olduğunu sormama gerek yoktu. Yerli filmlerden zaten tanıyordum onu.
Şimdi Gökhan Akçura'nın Ivır Zıvır Tarihi dizisinin sekizinci kitabı İnsanlar Alemi'nde Butak Pastanesi'nin 1944'de yayımlanmış bir ilanını görünce hatırladım bunu: "Behzat Butak Pasta ve Şekerleme Mağazası her kesin pastacısıdır."
Gökhan Akçura'nın yapıtlarının kitaplığımda özel bir yeri var. Okuduktan sonra sık sık elime alıp karıştırdığım kitaplar bunlar. Yakın tarihimizi bu kadar güzel, bu kadar şirin, bu kadar keyifli anlatan, görsel zenginliklerle donanmış bir başka yapıt hatırlamıyorum.
Akçura'nın iki temel özelliği var: Öğretmek ve hatırlatmak.
Onun kitaplarını okurken öğreniyorum. Özellikle ayrıntıları. Ivır Zıvır Tarihi dizisi ne ayrıntılar sundu bize... Onları fark edince bütünü daha iyi kavrar olduk.
Hatırlıyorum da. Sürekli hatırlıyorum. Yakın geçmişin renkleri, belgeleri, fotoğrafları kendi geçmişine götürüyor insanı. Gramofon Çağı'nda ilkgençliğimizin duygularını, Aile Boyu Sinema'da çocukluğumuzun sınır tanımaz düşlerini, Uzun Metin Sevenlerden misiniz'de eski mucizeleri yeniden yaşamadık mı?
İnsanlar Alemi'nde de yakın geçmiş var. Yakın geçmişin kimi ünlü, kimi adı belirli bir çevrenin dışına taşmamış insanları.
Akçura şöyle diyor:
"İnsanları merak ederim. Hiç tanımadığım insanları, sadece adını duyduklarımı, bir şarkısını dinlemekten öte yaşamıma girmemiş insanları... Bazıları kitaplarda yaşar benim için, bazılarıyla oturur kahve içer, sohbet ederim... (...) Onlar benim dünya alem dostlarımdır. Onlar insanlar alemidir."
Kitapta yirmi altı insan tanıtılıyor. Afeti Devran Margarethe Fehim Paşa'dan Barış Manço'ya kadar... Kimini tanımıştım bu insanların (Mengü Ertel, Agop Ayvaz ...), kimini zaten tanımış kadar biliyordum (Otello Kamil, Florinalı Nazım, Behzat Butak, Orhan Veli ...), kiminin adını duymuştum sadece (Pazarola Hasan Bey, Sabri Mahir ...), kimiyle ise bu kitapta karşılaştım (Aristokli Angelidis, Orhan Kızıldemir, Murat Heper, Korin Suryano ...).
Bu ilginç kişilerin gerçekten ilgiyle okunacak öyküleri yer alıyor İnsanlar Alemi'nde. ( İlhan Hemşeri anlatmıştı Otello Kamil'in bir "sahne numarası" nı aktarayım... Shakespeare'in Othello'su kendi boğazını keserek can verir. Otello Kamil, o son sahneye çıkarken boğazına bir ciğer bağlar, onu kesermiş. Seyirciler de büyülenmiş gibi olurlarmış.)
Bütün yaşam öykülerini keyifle okudum. Ama Florinalı Nazım'ın öyküsünü bir başka keyifle okudum. Kendini "edebiyat tarihimizdeki tek şiir kralı" ilan eden Nazım'dan örnekleri de:
" Göz önünden geldi geçti / 'Dahi' denen çok şairler / Şiirimle boy ölçemedi / Ne Firdevsi, ne de Homer! "
" Kızgın bakışım kül eder / Baykuşları karanlıkta / Yumruğumun keskin izi / Göze çarpar her yarıkta! "
29 Ekim 1933'te Milliyet gazetesinde yayımlattığı paralı ilan da pek güzel:
" B. Gazi Hz.ne
" Bu (en şerefli Bayramımızda) neşretmek üzre (Büyük tarihi nutkunuzu) aynen serbest nazma almak suretile, (bin sahifeyi geçkin) bir (şaheser) yazmıştım. Ne yazık ki bu da, 9 Eylül 933 Üsküdar yangınında kül olup gitti.
"Türk edebiyatı, Türk gençliği bir daha yerine koyamıyacağı o (emsalsiz eserim)in çok acıklı hatırasını hiçbir zaman unutmamalıdır."
Birbirine benzer romanlardan, şiirlemelerden, dedikodu kitaplarından, şifreli best-seller'lerden bunaldıysanız, şöyle bir açıkhavaya çıkmak isterseniz, Akçura'nın kitaplarına başvurun derim.