kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
24 Kasım 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Karabaş'tan Kara'ya

Tatil yörelerinde yaz sonunun en hüzünlü görüntüsü, sokaklarda çöpleri karıştıran kedilerle köpekler... Okullar kapanınca çocuklara sınıf geçme armağanı olarak kimbilir kaçar dolara alınan Van kedileri, Ankara kedileri, çinçillalar, terrierler, labradorlar o ilk heves geçip de eve dönme hazırlıkları başlayınca bir yerlere bırakılmış... Mamalara, yataklara alışmış biçareler şaşkın şaşkın dolaşıyorlar. Nereye gideceklerini bilmeden. Küçük sokak çetelerine de yabancılar. Onların arasına da karışamıyorlar. Bir insan gördüler mi, çekinerek peşine takılıyorlar. "Bir yuva umudu var acaba?"
Onlardan birisi de siyah bir labradordu. Ama yaz başında atılmıştı. Sahibi çabuk bıkmıştı anlaşılan. Sokakta bizi görünce kuyruğunu sallayarak peşimize takıldı. Arsızlık etmeden. Neslihan bu, dayanır mı... Hemen mama verdi ona. Uzun uzun sevdi.
"Bu," dedi, "labrador kırması galiba."
Köpekle aramızda bir dostluk köprüsü kuruldu hemen. Ne zaman sokağa çıksak bir yerlerden fırlayıp yanımıza koşuyordu. Göremediğimizde bir telaş alıyordu Neslihan'ı. "Zehirlediler mi acaba?"
Başlıyordu seslenmeye: "Karabaş... Karabaş..."
Neyse, hemen beliriyordu Karabaş.
Yaz boyunca sürdü bu. Ama güz geldi işte. Biz de çekip gideceğiz. Karabaş ne olacak?
"Önce aşılarını yaptıralım," dedi Neslihan.
Veteriner dostumuz Cüneyt Zambak'ı aradık. Randevumuzu aldık.
Karabaş'ı götürmek kolay... Zaten takılıyor peşimize... Biz nereye, o oraya. Migros'un kapısında bile bizi bekliyor.
Veterinere de öyle gittik.
Cüneyt Bey, Karabaş'ı görür görmez bir off çekti. "Safkan labrador bu," dedi.
Yanındaki, adını sonradan öğrendiğimiz Tamer Bey de onayladı:
"Evet. Labrador. Çok da güzel."
Tamer Bey eğitmenmiş. Köpekleri eğitiyormuş. Cüneyt Beyle çalışıyormuş. "Bunlar çok kolay eğitilir," dedi.
Cüneyt Bey uzun uzun muayene etti Karabaş'ı. Bizimki uysal mı uysal. Çıtı çıkmıyor. Kuyruğunu sallayarak sevimli sevimli bakıyor sadece.
Aşısını oldu. O arada parazit tedavisinin ilk adımı da atıldı.
"Biz yakında İstanbul'a döneceğiz," dedi Neslihan. "Bunu sahiplendirebilir miyiz acaba? Sokaklarda perişan olmasın."
"Ben ona bir sahip bulurum," dedi Cüneyt Bey. "Parazit için şimdilik bende kalacak zaten."
Eve dönünce telefon çaldı. Cüneyt Bey.
"Karabaş'ı kimseye vermiyoruz. Biz aldık," dedi. "Eğitmenimiz de ona bayıldı zaten. Çiftliğe götüreceğiz."
O anda bizdeki keyif, Antep deyimiyle, Kırım beyinde bile yok!
Bir süre sonra Cüneyt Bey bizi çiftliğe götürdü. Karabaş'ı görmeye.
Hayır. Yeni adıyla Kara'yı. Siyah anlamında değil. İlk "a" uzatılarak okunuyor. İtalyanca Cara gibi.
Önce çiftlikten söz edeyim biraz. Cüneyt Bey'le Seylan Arslangiray Bekşen kurmuşlar. Tamer Erbey eğitmenleri. Yardımcıları da Raif Pektaş. Büyük bir arazide pırıl pırıl bir yer. Köpekler için özel bir bölüm ayrılmış. Sıra sıra kocaman, aydınlık kafesler. Her köpeğin arkada özel yatak odası bile var.
"Bir bölüm daha yapacağız," dedi Cüneyt Bey.
Kediler için de ayrı bir yerin hazırlığına girişmişler.
Hemen Kara'nın yanına gittik elbet. Kara Neslihan'ı görür görmez çıldırdı sanki. Kuyruk durmak bilmiyor. Fırıl fırıl.
Kafesinin kapısını açtılar. Hasret giderilecek ya... Bir sarılma, anlatamam. Kara Neslihan'ın başına tırmanıyor, saçlarını öpüyor. Neslihan gözyaşları içinde. Biz 60 yıl önce Yusuf Vehbi'nin "Fakir Çocukları" filminde nasıl ağladıysak, ondan beter...
Tamer Bey girdi devreye.
"Size biraz gösteri yapalım," dedi.
Aldı Kara'yı, açıklığa çıktılar.
"Otur." Kara oturuyor.
"Kalk." Kara kalkıyor.
"Yürü." Kara yürüyor.
"Dur." Kara duruyor.
"Koş." Kara koşuyor.
Baktım, Neslihan da koşuyor. Yine sarıldı Kara'ya.
Ayrılmalarının mümkünü yok.
Oturduğumuz yer apartman dairesi. Zaten üç kedimiz var. Yoksa onları birbirinden koparmak söz konusu değildi.
"Burada bir evimiz olsaydı..." dedi Neslihan.
Uzun süre kaldık çiftlikte. Ama ne edelim, ayrılık vakti geldi çattı.
Böyle ayrılık düşman başına... Ne demiş Attila İlhan : "Elde var hüzün..."
Ne "elde" si... Eli ayağı tutmuyor ki Neslihan'ın.
Bir yandan da "dostlar başına" demem gerekiyor belki.
Öyle ya, kurtuldu bizim Karabaş... Hiç olmazsa artık üşümeyecek. Aç kalmayacak.