kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
5 Ekim 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Yeşim Ustaoğlu Türkiye’nin bir geçiş döneminde olduğunu söylüyor ve "Toplumsal belleğin, geçmişle hesaplaşmanın bizim toplumuz için büyük önemi var." diyor.

Suçluluk duygusuyla yaşıyoruz

Melis D.Çalapkulu
03.10.2008
Pandora'nın Kutusuile San Sebastian Film Festivali'nde Altın İstiridye Ödülü'nü alan yönetmen Yeşim Ustaoğlu, toplum olarak bir şeyleri unutmaya çalışmanın bir suçluluk duygusuyla yaşamamıza neden olduğunu düşünüyor. Ama umutlu, çünkü 'Pandora'nın kutusu' artık açıldı..
Yeşim Ustaoğlu oldukça sakin. Sanki son filmi Pandora'nın Kutusu San Sebastian'da en iyi film ödülü Altın İstiridye'yi kazanmamış gibi duruyor. Sonra anlıyoruz ki meğer yol yorgunuymuş.
İspanya'dayken filminin ödül alacağını hissetse de festival yönetimi bu konuda 'tiyo' vermeyince o da İstanbul'a dönmüş.
Sonra gelen telefon, tekrar İspanya'ya dönmek zorunda kalması derken, epey yorulmuş. Ama zaten bu süreç yaşanmamış olmasa bile Pandora'nın Kutusu'ndan çıkan meselelerle yüzleşmek de epey yorar insanı. Başlı başına Alzheimer hastalığı, kaybedilen bir kuşağın sorunları, hayata karşı güçlü duramayan insanlar, bir garip orta sınıf ahlakı... Her şeye rağmen bütün bu yorgunluğa değecek bir film çektiğini düşünüyor yönetmen. Ve bu çabasının takdir edilmesi, pek belli etmese de onu mutlu ediyor.
Fransız oyuncu Tsilla Chelton, Derya Alabora, Övül Avkıran ve Onur Ünsal'ın rol aldığı film Türkiye'de ilk olarak Antalya Film Festivali'nde görücüye çıkacak. Ama festival öncesi hem Ustaoğlu'nu Altın İstiridye için tebrik edelim hem de sessiz sedasız çektiği Pandora'nın Kutusu'nu konuşalım istedik.

- Filme böyle bir isim koyarken neyi amaçlamıştınız?
- Daha senaryo yazım aşamasındayken Özcan Alper'le yaptığımız bir sohbette bu isim geldi aklımıza, benim de hoşuma gitti ve bıraktım. Kutudan sadece kötülükler çıkmaz, insanlığa dair her şey çıkar. Ben de bunu amaçlamıştım. Başlangıçta film, bir yolculuk hikâyesiydi. Bu yolculukta, üç kardeşin hesaplaşması anlatılıyordu. Dolayısıyla bizim toplumumuza dair bir portre de çiziyordu. Ama sonra şehir hikâyesine dönüştü. Ancak yine de film, insana dair birçok soru barındırıyor.

- Hani bizim bir 'Altın' takıntımız var ve siz de Altın İstiridye'yi Türkiye'ye getirdiniz. Ödül Türkiye'de beklediğiniz kadar coşkuyla karşılandı mı?
- Evet, yavaş yavaş duyuluyor ödül. Fakat böylesi önemli bir festivalde bir Türk filminin yarışmasına rağmen bir Türk gazetecinin festivali takip etmemesi de epey ilginç.

- Güneşe Yolculuk filminiz Türkiye'de gizli sansüre uğradı ve gecikmeli olarak gösterime girdi. Şimdi Altın İstiridye alınca Kültür Bakanı sizi arayıp tebrik ediyor. Bu, Türkiye'de bir şeylerin değiştiğinin işareti mi?
- Öyle olduğunu umuyorum.

- Türk sineması yurtdışında önemsenir hale geldi. Ki bu başarıda sizin de içinde bulunduğunuz kuşağın önemli çabası var. Filmlerinizin yurtiçinde yurtdışındaki kadar coşkuyla karşılanmadığı düşünülüyor. Bu sizi nasıl etkiliyor?
- Beni fazla etkilemiyor. Yönetmen olarak kendime özgü bir yerdeyim. Muhalif bir yanım olduğunu herkes biliyor. Ayrıca Türkiye'de filmlerimin çok önemli bir seyircisi olduğunu biliyorum, buna çok tanık oldum. İyi bir sanat eseri kaybolmaz, elbet hak ettiği değeri alır. Çünkü sanat böyle bir şey.

- Unutmak-hatırlamak, sizin sinemanızın gizli bir temasıdır.
Filmlerinizde toplumsal belleğimizin zayıflığını dillendiriyorsunuz. Acaba bu zayıflık nelere yol açıyor?
- Paranoyayı büyüterek yaşıyoruz. Bir suçluluk hali var üzerimizde sanki. Hep bir şeyleri unutmak, unutmaya çalışmak korkuyu, endişeyi tetikliyor. Bu da bir yerlerde problem olduğunu gösteriyor. Ben Türkiye'nin bir geçiş dönemi yaşadığını düşünüyorum. Dolayısıyla toplumsal belleğin, geçmişle hesaplaşmanın bizim toplumuz için büyük önemi var. Bunun için filmlerim aidiyet, bellek, bugüngeçmiş tartışmaları gibi meselelerle uğraşır.

- Bulutları Beklerken gösterime girdiği zaman konuştuğumuzda, Türkiye adına, AB süreciyle birlikte ortaya çıkan reform dalgası karşısında umutluydunuz. Fakat bugün kutuplaşan bir Türkiye var karşımızda ve hayatın her alanında farklılığa tahammülsüzlük ne yazık ki revaçta. Türkiye'nin bu hali sizi kaygılandırıyor mu?
- Hem kaygılanıyorum hem de umutluyum. Bazı meseleler en azından konuşulabiliyor. Pandora'nın kutusu açıldı. Kutu açılınca ortaya çıkanlar birtakım kutuplaşmalar yaratabilir; ama onları tekrar o kutuya koyamıyorsunuz. Belki tartışmalar çok sancılı olabiliyor ama bu durumu da önemsiyorum. Çünkü tartıştığımız meseleleri yok saymak, unutmak çok daha acı verici.

- Güneşe Yolculuk ve Bulutları Beklerken'de kimlik baskın bir temaydı. Pandora'nın Kutusu'nda ise hızlı modernleşme ve bunun ilişkilere yansıması var ve tabii bu kapitalizm eleştirisi. Dünya bugün oldukça sert bir krizi yaşıyor. Sizce ilişkiler daha ne kadar dejenere olacak?
- Toplumlarda ciddi bir çözülme yaşıyoruz. Sadece insan merkezli baktığımız zaman yabancılaşma, yalnızlaşma, korku, kaygı, içedönüklük gibi birtakım etkileri oluyor bu çözülmelerin. Samimi olarak kendimize dönüp baksak, birçok sorunla yüzleşmemiz gerektiğini anlarız.
Pandora'nın Kutusu biraz bu meselelerle ilgileniyor.

- Filmde geçmişle gelecek arasında bir uyuşabilirlik söz konusu. Çünkü anneanne ile torun anlaşabiliyor. Ama sorun aradaki kuşakta. Acaba biz o aradaki kuşağı kayıp mı ettik?
- Maalesef kaybettik. Bunda çarpık modernleşmenin etkisi olduğu gibi 12 Eylül darbesinin de etkisi var. Türkiye ve bu aradaki kuşak çok sancılı bir dönem yaşadı. Bugün orta yaşlı diyeceğimiz kesim o yıllarda korku ve endişeyi çok sert yaşadı. O kuşağın daha konformist olmasında, kendisiyle yüzleşememesinde, hayata bakışında hep 12 Eylül'ün etkileri vardır.
Haberin fotoğrafları