kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
5 Ekim 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Şükran Çavdar, bu süreçleri yaşamasına neden olduğunu iddia ettiği Prof. Dr. Hasan Saygın hakkında adli soruşturma açılmasını talep etti.

12 yıllık doktora mücadelesi

Müjgan Halis
03.10.2008
Nükleer enerji uzmanı .ükran Çavdar, 1996'da başladığı, 2003'te tezini sunduğu doktorasını, ancak 12 yıl sonra 2008'de ve yine ancak mahkeme ve Danıştay kararıyla elde edebildi. İddia o ki, profesörler yetkilerini kötüye kullanmıştı.....
Doktora çalışması ortalama dört-beş yıl sürer. Bu sürenin sonunda da tez ve yeterlilik sınavının ardından doktora unvanı alınır. Yoksa öyle değil mi? Aktaracağımız olayda bu unvanı almak için 12 yıl mücadele etmiş, unvanını ancak mahkeme kararıyla alabilmiş, yaşadığı kırılma, haksızlık duygusu ve sinir bozukluğunun ötesinde, bu süre nedeniyle akademik kariyerinde kaybettiği zaman asla telafi edilemiyecek bir kadın söz konusu.
İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Enerji Enstitüsü öğretim üyelerinden Araştırma Görevlisi Şükran Çavdar, lisans eğitimini İTÜ Elektrik bölümünde yaptı ve nükleer enerji konusunda uzman oldu. Çavdar'ın tez konusu bizlerin ilk bakışta kavrayabileceği gibi değil. 'İki Bölgeli Ortamda İki Boyutlu ve İki Gruplu Nötron Difuzyon Denklemlerinin Çözümünde Sınır Elemanları ve Sonlu Elemanlar Yöntemlerinin Birlikte Kullanımı.' Ancak, etiğin, bilimin, hatta ideoloji üretiminin merkezi olan Türkiye üniversiteleri de diğer kurumlara sirayet etmiş olan, yozlaşma, kişisel husumet, iktidar çekişmelerinden azade değildi. Ve Çavdar'ın macerası başladı.

USULSÜZLÜKLER ZİNCİRİ

Çavdar için süreç, 29 Eylül 2003'te girdiği doktora sınavıyla başladı.
İddialara göre Enerji Enstitüsü'nün eski müdürü Prof. Dr. Hasan Saygın'ın Çavdar'a ve Çavdar'ın danışman hocası Prof. Dr. Atilla Özgener'e kişisel husumeti nedeniyle başlayan bu süreç, birçok usulsüzlüğü de beraberinde getirdi. Saygın'ın yasaya uygun olmayan bir şekilde profesörlüğe yükseltilmesi ve enstitü müdürlüğüne atanması, bu konuda atama bekleyen Özgener'in eşi Bilge Özgener'le mahkemelik olmasına yol açmıştı.
İddia o ki, bu olaydan sonra enstitü müdürlüğü yetkilerini kullanan Saygıner, Özgener ve öğrencilerine savaş açtı. Bunun en büyük mağduru ise Şükran Çavdar oldu. Çavdar'ın tezini reddettirmek için kişisel çaba harcadığı öne sürülen Saygıner, akademik geleneklere aykırı olarak tez jürisini belirlerken, tez danışmanı olan Özgener'in fikrini sormadı. Daha sonra jürinin çoğunun tez hakkında olumlu görüş bildireceğini anlayan Saygıner, yine Özgener'e danışmadan tez hakkında olumlu görüş veren üyelerden birini değiştirerek, kararın olumsuz olmasını sağladı. Öte yandan mahkeme tutanaklarında yer alan bilgilere göre, Saygıner bu dönemde evrakta sahtecilik yaptı.
Doktora tezi hakkında yazdığı değerlendirme raporunun tarihi ile raporun kapak tarihleri birbirini tutmadı. Kapak yazısı 4 Haziran 2003 tarihli olmasına rağmen, değerlendirme raporunu 10 Temmuz 2003 tarihinde kaleme aldı. Jürinin toplandığı gün ise iddialara göre akademik ciddiyetten tamamen yoksundu. Belirtilen saatten geç toplanan jüri, birbirinin görüşlerinden habersizdi ve Şükran Çavdar'a tezini savunmak için sadece 10 dakika süre verildi. Tezini savunmaya çalışan Çavdar, bir yandan da jüriden gelen alaycı "Bu bir doktora tezi olamaz, biz bunu lisans öğrencilerine ev ödevi olarak veriyoruz," yaklaşımlarını göğüslemek zorunda kaldı. Halbuki Çavdar, doktora programına 2 Şubat 1996'da kabul edilmişti, tezi üniversitenin yetkili kurulları tarafından onay almıştı ve her kayıt döneminde defalarca denetimden geçiyordu. Ancak bu tezin yetersiz olduğuna dair jüri önüne çıkana kadar ne sözlü, ne de yazılı bir uyarı almıştı.
Hocası Özgener jüri karşısında öğrencisini savundu. Ele alınan denklemin nükleer reaktörlerde çeşitli hesaplamalarda kullanıldığını hatırlattı, ancak karar baştan alınmıştı.

HAKLARINI KULLANAMADI
Çavdar'ın tezi reddedildi ama bunun kendisine tebliğ edilmesi bile ayları buldu. Üstelik yönetmeliğe göre bir yıl içinde yeni tez sunma hakkı vardı ancak bu hak bile ona tanınmadı.
Öğrenciliği ve akademik kariyeri bitirilmek isteniyordu. Ancak karşı karşıya kaldığı tavır bununla da sınırlı değildi. Üst üste soruşturmalar geçirmeye başladı. İşe gittiği günlerde, işe gitmediği iddiasıyla ifadesi isteniyordu. Rektörlüğe, YÖK'e yaptığı sayısız başvurulardan cevap alamayınca, yasal haklarını kullanmaya karar verdi. Şükran Çavdar, 13 Kasım 2003 tarihinde yürütmenin durdurulması talebiyle İstanbul 3. İdare Mahkemesi'ne dava açtı. Artık çalıştığı kurumla mahkemelikti. Zaten, doktora jürisi tarafından reddedilen tezi uluslararası hakemli periyodik bir dergide 24 gün gibi kısa bir sürede yayımlanmıştı. Söz konusu tez, aynı zamanda TÜBİTAK tarafından 18 Kasım 2004 tarihinde Bilimsel Yayınları Teşvik Programı tarafından ödüllendirildi.

BİLİRKİŞİ FARKLI GÖRÜŞTE
Çavdar'ın açtığı dava ve tezinin bağımsız bilirkişi tarafından yeniden incelenmesi talebi mahkeme tarafından uygun görüldü ve tez, İTÜ Enerji Enstitüsü'nden Prof. Dr. Melih Geçkinli, Yeditepe Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr.
Ali Nezihi Bilge ve Yeditepe Üniversitesi'nden Prof. Dr. Şarman Gençay'dan oluşan bilirkişi tarafından incelendi. Raporda şu görüşlere yer verildi: "Şükran Çavdar'ın tez çalışması iki yöntemin avantajlarından faydalanmak amacıyla melez bir yöntem geliştirmiştir ve nükleer mühendislik alanında yapılmış bir ilk çalışmadır... Bu nedenle söz konusu tez, Üniversitelerarası Kurul tarafından kabul edilmiş Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği Madde 18/a/3'de tanımlanmış olan, sunulan bir doktora tezinin kabulü için belirlenen kriterlerden 'bilinen bir yöntemi yeni bir alana uygulama' niteliğine açık bir şekilde sahiptir.
Yukarıda sunulan gerekçelerle, bahsi geçen tezin doktora çalışması olarak kabul edilebilmesi için gereken niteliklere sahip olduğu kanaatine oybirliğiyle karar verilmiştir." Bu görüşten sonra Bölge İdare Mahkemesi 31 Haziran 2006 tarihinde doktora tezinin hukuk dışı nedenlerle reddedildiğine karar vererek, işlemi iptal etti. Böylece Şükran Çavdar, üç yıl önce başladığı yere geç de olsa geri döndü.

BURUK AMA MUTLU SON

Ancak hakkını mahkeme kararıyla elde eden Çavdar'dan tezini kanunsuz bir şekilde savunması istendi, doktorluk hakkı verilmek istenmedi. 17 Mayıs 2006 tarihindeki mahkeme kararına rağmen, doktor unvanını 11 Ocak 2007'de resmen alabildi. Bir süre de bunlarla uğraşan Çavdar, en son üniversitenin Danıştay'a itiraz etmesi nedeniyle, artık doktor unvanını alsa da, iki yıl daha bu süreci beklemek zorunda kaldı. Bu arada Şükran Çavdar, bütün bu süreçleri yaşamasına neden olduğunu iddia ettiği Prof. Dr.Hasan Saygın hakkında Sarıyer Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvurarak, 'evrakta tahrifat, görevini kötüye kullanmak, görevini yerine getirmemekten' adli soruşturma açılmasını talep etti. Saygın görevden alındı ve yerine Prof. Dr. Abdurrahman Satman atandı.
Danıştay kararı da geçtiğimiz günlerde sonuçlandı. İtirazı görüşen Danıştay, üniversitenin talebini haksız bularak, Şükran Çavdar'ın beş yıl süren hukuksal mücadelesini haklı buldu ve onayladı.
Çavdar'ın doktor unvanını alması 12 yıl sürdü. Üniversitenin hiyerarşik yapısı, anlaşılan o ki bu kez 'altta kalanın canı çıksın' anlayışıyla işlemişti. Çavdar, Danıştay kararına da itiraz edilebileceği, bu nedenle mahkeme sürecinin bitmediği gerekçesiyle sorularımıza yanıt vermeyi kabul etmedi. Ama mahkeme dosyası, kanıtları, tutanakları ve daha da önemlisi kararıyla önümüzde duruyor.
Şükran Çavdar, davayı kazanabilir, ancak üniversiteye karşı mahkeme kararıyla haklılığını kanıtlayan, akademik hayatı en az beş yıl askıya alınmış bir doktorun akademik kariyer geleceği ne olabilir?