kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
27 Eylül 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat
Willem Dafoe’nun karşısında çözülmesi gereken tuhaf cinayetler ve zeki bir katil var.

Yine suç ve cinayetin kirli dünyası...

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
04.09.2008
Fransız sinemasının klasik komedilerinden Drole de Drame'da (Tuhaf Bir Dram) baş oyunculardan Arletty'nin ellerini uzatarak "Atmosphere, atmosphere," diye bağırması sinema tarihine geçmişti. Burdaki sözcük, bizim de kullandığımız atmosfer sözcüğünün aslı elbette... Ve atmosfer dediğimiz şeyin hem önemine işaret ediyor, hem de onunla dalgasını geçiyor. Bu film üzerine yazarken bunu hatırladım, çünkü film hemen tümüyle atmosfer yaratma denen şeye dayanıyor. Bunu da gayet iyi başarıyor. Ama ayrıca, en azından bir film için atmosfer yaratmanın yetmediğini, geriye daha sağlam bir şeylerin kalması gereğini de hatırlatıyor. Filmin atmosferi, özetle kirli, sağlıksız, boğucu ve sinir bozucu. Çünkü anlatılan, bir seri katilin öyküsü. Detektif Stan Aubrey, uzun zaman izlediği Eddie Amca lakaplı bir seri katili yakalamış, adam polis kurşunlarıyla ölmüş, dosya kapanmış ve detektif de terfi etmiştir. Ancak bir süre sonra benzer cinayetler yeniden başlar: Eddie Amca gibi, cinayetlerine resim sanatını karıştıran, kurbanlarını estetik biçimde öldürüp süsleyen, bedenlerine olmadık işler yapan bir katilin eserleri... Ve kahramanımız yeniden New York sokaklarına düşer. Filmin atmosferi, David Fincher'in ünlü filmi Yedi'den, hatta daha öncesinde Kuzuların Sessizliği'nden beri iyice aşina olduğumuz kapkaranlık bir suç ve günah dünyasının yeniden kurulmasına dayanıyor. Son derece soluk, adeta siyah-beyaza yakın pastel renklerle ve sanırım tümüyle dijital olarak çekilmiş film, bu biçimci yanıyla o meşum atmosferin yaratılmasına ayrıca katkıda bulunuyor. Francis Bacon'dan Picasso'ya birçok modern resim dahisi anılıyor. Zaten filmin adı da Yunanca anamorphosis sözcüğünden geliyor: Bir Rönesans resim tekniği. Yani, ilk başta pek bir anlam taşımayan bir resme farklı bir açıdan bakıldığında yepyeni şeyler görünmesi olayı. Tüm bunlar iyi, güzel. Filmin karanlık atmosferinin bir senfoninin doruklarına yükselerek, insana sanki nefes aldırmayan gücü yadsınamaz. Ama sonuç olarak bize hep yüzeyde kalan parlak cilalı bir nesne sunan, insanların, olayların ruhuna inemeyen gösterişli ve gösterişçi bir deneme bu. Belki de asıl büyük handikapı, artık bu tür kişilerin ve entrikaların en sıradan TV dizilerinde bile bol bol karşımıza gelmesi. Örneğin Dexter'ın her bir bölümü, bu filmlerin bir özeti gibi. Demek ki, gerçek bir yenilik getirmedikçe ve her açıdan mükemmel olmadıkça, bu tür filmlerden tam tatmin olmuş biçimde kalkmak kolay değil.

ANAMORPH * *
Yönetmen: Henry Miller Senaryo: H. Miller, Tom Phelan Görüntü: Fred Murphy Müzik: Reinhold Heil, Johnny Klimek Oyuncular: Willem Dafoe, Scott Speedman, Peter Stormare, Clea DuVall, James Rebhorn/ Amerikan filmi.
Haberin fotoğrafları