kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 7 Temmuz 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÜLKÜ TAMER

Bir dergi vardı

Garson Zekeriya, "Ne içeceksin?" diye sordu.
"Gazoz," dedim.
Ocağa doğru "Gazoz biiir!" diye bağırdı Zekeriya. Sonra gitti, tezgahın altından bir gazoz alıp getirdi.
O arada Kemal de geldi kahveye. Kemal Özer .
"Bana da bir çay."
"Çay biiir! Demli olsun!" diye bağırdı Zekeriya. Çayı doldurmak için ocağa yöneldi.
Kahvede kendisinden başka çalışan yoktu. Ama garson dediğin ocağa doğru bağırır ya, o da buna özeniyordu.
Adnan Özyalçıner, Feridun Metin Aksın, Ferit Öngören, Doğan Hızlan, Demir Özlü, Ergin Ertem, Onat Kutlar, Asım Bezirci... Herkes hazırdı. Dizgiye verilmeden önce, derginin çıkacak sayısı son kere gözden geçirilebilirdi artık.
A'nın ilk döneminde yoktum. Kısa bir süre yayımlandıktan sonra kapanmıştı. Ama ikinci döneminde, A' nın a dergisi
olarak yayımlandığı sürede hep içindeydim. Gündüzleri Üniversite kantininde çene çalar, oradan çıkınca da Şehzadebaşı'nda bir kahveye giderdik. Konumuz hep edebiyattı. Arada sırada da sinema. Dergiyi yeniden canlandırmak istedik. Ama öyle tek yapraklı bir dergi olmayacaktı bu. Yarım gazete boyutunda, tamı tamına sekiz sayfa! Giderler nasıl karşılanacaktı peki? Hesaplar yapıldı. Herkes ayda onar lira verirse, bu iş kotarılırdı. Erdal Öz de Ankara'dan ayda on lira gönderebilirdi. Azıcık açık kalıyordu geride. O da eşten dosttan toplanan parayla kapatılırdı.
Edip yetişti imdadımıza. Edip Cansever . En paralımız, daha doğrusu tek paralımız oydu. Kapalıçarşı'da, Sandal Bedesteni'nin yanında dükkanı vardı. Ortağı Jak'la antikacılık, halıcılık yapıyordu. Ayda yirmi beş lirayı garantiledi. Yirmi beş lira! Artık yola çıkılabilirdi. Derginin adı konuşuldu önce. A' nın a dergisi olarak değiştirilmesine karar verildi. Küçük harflerle " a dergisi ".
Bu arada kahve değiştirmiştik. Aksaray-Saraçhane arasında küçük bir kahveye taşınmıştık. Zekeriya'nın bizden başka müşterisi yok gibiydi. Edebiyat konuşmaktan sıkıldığımızda, langırt masasının başına geçiyor, masa futbolu oynuyorduk.
Aramıza yeni katılanlar da olmuştu. Malatya'dan Adnan Işık bizi bulmuştu hemen; kısa sürede de hepimizle kaynaşmıştı.
Eskişehir'den gelenler vardı. İstanbul'da dişçilik öğrenimi yapan Cengiz Çelikten'le doktor adayı Fahrettin Cüreklibatur . Cengiz şiir, Fahrettin öykü yazıyordu. İkisinin de yapıtları yayımlandı a dergisi'nde.
Fahrettin sinemayı seçti sonra. Cüneyt Arkın oldu.
Sinemayı seçen bir başka arkadaşımız Yılmaz Pütün'dü. Adana'dan tanıyordum onu. İstanbul'a gelince beni bulmuştu. Kahveye götürdüm. Kısa sürede herkesle dost oldu. Bir kusuru vardı. Yazdığı öyküleri okumak isterdi bize. Dinlemezdik. Bazen, "Birinden yirmi lira aldım, kafa çekmeye götüreyim sizi," derdi. Anlardık hemen. Cebinde bir öykü vardı mutlaka. İki kadeh içki hatırına meyhanede öyküsünü dinlerdik.
Günün birinde, "Atıf Yılmaz beni bir filminde oynatacak," dedi.
"Şaşırmış," dedik. "Senden oyuncu mu olur!"
Bu Vatanın Çocukları'nın Şan Sineması'ndaki galasına gittik topluca. Bizim Yılmaz, Yılmaz Güney olmuştu. Sinema çıkışında arkasından bağırıp dalga geçtik. O da bizi taşa tuttu.
Cağaloğlu'nda bir başka kahveye taşındık daha sonra. Meserret'e. Derginin yönetim yeri olarak cam kenarında güzel bir masayı seçtik. Komşu masada Orhan Kemal, Muzaffer Buyrukçu, Matbaacı İhsan, Bıyık Talat otururdu hep. Arada birbirimize laf atar, pişpiriğe çökerdik.
Derginin de, yayınevinin de hamallığını Adnan, Kemal, ben yapıyorduk. 1960'da bir bahar sabahı handaki odada buluştuk Adnan'la. Kitap paketlerini hazırladık, postahaneye götürmek için kollarımızın altına sıkıştırıp Cağaloğlu'na çıktık. Bir de baktık ki, tanklar geçiyor!
28 Nisan. Beyazıt'ta kan gövdeyi götürmüş, haberimiz yok. Paketleri hana bırakıp Üniversiteye koştuk hemen.
O karmaşık günlerde dergi yayımlanamadı. 27 Mayıs'tan sonra bir sayı daha yayımladık. Son sayı.
Dergicilik, yayıncılık serüvenimiz böylece bitti. Zaten kimsede para kalmamıştı. Adnan, Kemal, ben, koşuşturmaktan yorulmuştuk. Bir de züğürt tesellisi icat ettik:
"Devrim oldu, görevimizi tamamladık, artık dergiyi gönül rahatlığıyla kapatabiliriz."
Kapattık da.
Meserret bizim için bir işyeri değildi artık. Orhan Kemal'le Buyrukçu'nun takışmalarını keyifle izleyeceğimiz sıradan bir kahveydi.