kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Mayıs 2008, Cuma
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Medyanın hali içler acısı

Aydın sıfatı taşıyan insanlar medyada birbirine ağız dolusu hakaret ediyorken ve birbirine küfürle saldırıyorken bu sorun üstünde durmamak aynı yanlışı paylaşmak olur. O nedenle bu konu üstünde biraz durmak gerekiyor. Ayrıca Kültür Tarihi Affetmez başlıklı kitabımda da bu sorunu ele aldığımdan konu benim gündemimde daima "sıcak"tır. İki şeyden söz ederek başlayacağım.

Medya, demokrasi ve 'kötülük'
Birincisi, Amerikalı medya eleştirmeni ve akademisyeni McChesnut'un saptaması. McChesnut, şirket kontrollerinin ötesine geçen sekiz temel nedenle bugün medyaların demokratikleştirici ve toplumcu birer kurum olmaktan çıkıp tam tersine "karşı demokratikleştirici bir güç odağı" haline geldiğini belirtiyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri "gerçek" kavramıyla medyalar arasındaki ters ilişki. Gerçek artık medyanın bir meselesi değil. Onun yerini yaratılmış, kurgulanmış gerçeğimsi gibi duran illüzyonlar alıyor. Bu, hayatın tüketilmesi demek.
İkinci değineceğim şey şu: Siyaset biliminin çok iyi bildiği bir temel kural vardır: kötülüğün sıradanlaşması. Siyasetbilimci Hannah Arendt tarafından geliştirilen bu teze göre, kötülük sıradan bir "şey" haline gelir, hayatı işgal etmeye başlarsa insanlar iki şeye savrulur. Bir, gündelik hayatını farkında olmadan kötülükle iç içe kurar; iki, kendisi de farkında olmadan kötülük yapmaya başlar. (Bunun tersinin de faşizme açıldığını Walter Benjamin yazmıştı: gündelik hayatın estetizasyonu. )

Hayatın magazinleşmesi
Türkiye, 1980'lerden başlayarak, Özal ideolojisinin yarattığı bir ortamda, kitle kültürünü ve hayatın sıradanlaşmasını adeta bir kural olarak benimsedi. Bu, insanların "gerçek" ten uzaklaşması anlamına geliyordu. Öyle, çünkü, Özal, ideolojilerin bitmesi gerektiğini düşünüyordu. Bu nedenle de insanların ideolojik olmayan sıradan, gelip geçici şeylerle oyalanması gerektiği kanısındaydı. (Kendisi de Red Kit okuyordu.) Medyalar, daha doğrusu televizyon bunun en önemli aracıydı.
Nitekim öyle de oldu. 1980'den sonra ortaya çıkan yeni ideoloji medyayı da içine alarak devam etti ve kültür endüstrisi son derecede sığ, sıradan, eğlenmeye ve unutmaya dayanan, gelip geçiciliği kendine ilke edinmiş bir anlayışla bütünleşti.
Bu, hayatın magazinleşmesiydi. Artık ciddiyet diye bir şey kalmamıştı. Gazeteler 2'nci sayfa, 3'üncü sayfa diye ayrışmaya başladığı gibi, "nesnel ve eleştirel haber", "yorum" gibi unsurlar ortadan kalkmıştı. (Köşe yazarları ayrıca ele alınması gereken bir konudur.) Televizyonlar ise daha beterdi artık: sabahtan öğleye kadar kadın programları, tamamen magazinle yüklü haberler ve nihayet halkı dilenciye dönüştürmek için yarışma programları, insanların aklını başından almak için de diziler.

Kötüleşme sınır tanımaz
Ucuzlaşma durduğu yerde duran bir şey olmadığı için şimdi bu da yetmiyor ve bu defa aklı başında, kültüre, bilgiye dayanması gereken habertartışma programları da magazin kılıfına sarılıyor. Magazine dönük yanı ne kadar yoğunsa bu programların etkisinin de o kadar olacağı tahmin ediliyor. El-hak, bu şekilde şartlandırılmış bir toplum içinde bu yanlış bir değerlendirme değil.
Böylelikle kitle kültürüne teslim olmuş bir toplum var ortada. Bu toplumun bu aşamadan sonra gerçekle kuracağı bağın son derecede sorunlu olacağı besbelli. Çünkü, bir zamanlar Türk sinemasının "halk başka bir şeyden anlamaz" diye sürekli olarak onu aynı şeyleri izlemeye mahkum etmesi gibi bu defa da medyalar aynı mantıkla halkı gitgide basitleşen ve ucuzlaşan bir mantığa mahkum ediyor. Bu, eleştirel düşünme olanağı ortadan kaldırılmış, robotlaştırılmış bir insan topluluğunun toplum sanılmasıyla sonuçlanacak dramatik bir süreçtir.
Bir Latince atasözü "corruptio optimi pessima" der. Yani, iyinin kötüleşmesi en kötü şeydir. Bizde ondan beteri var. İyi, aydınlar aracılığıyla kötüleştiriliyor.
Nasıl mı? Yarın anlatayım!