kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Karabuda İsveç’te yaşıyor.

Devrimin medyası, Paris sokaklarıydı

Evrim ALTUĞ
Güneş Karabuda'nın fotoğraf sergisi 'Duvarların Dili', Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Kütüphanesi'nde. Sanatçıya göre 68 Parisi'nin duvarları, 'çocukluğun beyaz sayfaları' olarak anımsanıyor..
"Ben Deniz Gezmiş'i hep Che'ye, duruş, görünüş olarak çok benzettim," diyor Güneş Karabuda, yıllara inat gürüldeyen kahkahaları, net sesi ve parlak gözleriyle. Yapı Kredi Kültür Merkezi Sermet Çifter Salonu, Fransa'da başlayıp tüm dünyayı etkisine alan Mayıs 68 olaylarının 40. yıldönümünde, kendisinin çektiği Paris fotoğrafları ve 68 kültürünü yansıtan orijinal arşivine ev sahipliği yapıyor. Brigitte Bardot da, Alain Delon da, Parisli öğrenci direnişçiler de, en son Orhan Pamuk'u Nobel töreninde kadrajlamış Karabuda'nın çektiği bu nadide karelerden bize bakıyor. 16 Mayıs'a kadar izlenebilecek 'Duvarların Dili: 40. Yılında Paris-Mayıs 68, Güneş Karabuda Fotoğrafları' adlı sergi, Mayıs 68 ruhunu yaşatan siyah beyaz fotoğraflara ek olarak, Atelier Populaire'de (Halkın Atölyesi) kolektif çalışmayla üretilen ve dönemin simgesi olan sloganları taşıyan afişleri ve Karabuda'nın çektiği özel belgeseli de beraberinde getiriyor. Karabuda ile 68 ruhu üzerine konuştuk.

- 40 yıl önce ve sonrasını nasıl okuyorsunuz?
-
40 yıl önce, birdenbire patlak veren, beklenmeyen bir olaydı tabii bu. En başında, her yerde alışıldığı türde bir üniversite ayaklanması sanıldı ki, işçilerden zaten hiç konuşulmuyordu. Olay öyle bir patlak verdi ki, şiddetlenerek iktidarı tehdit eden bir ayaklanmaya dönüştü. O zaman, o kadar büyük bir etkisi oldu. Bu, bir ay sürdü ve biz başından sonuna olayın içindeydik. 40 sene sonra baktığımızda, Paris'le başlayan o küçük ayaklanma bize kadar gelmiş, dünyayı etkilemiş, Latin Amerika'ya gitmiş. Unutmamalı ki, bu başladığı zaman Che öldürüleli bir yıl olmuştu. Bunun da buruk bir tarafı var tabii... Bu olay iyi mi olmuş, kötü mü olmuş, bugün bunu düşünüyoruz bu sergiyle. Ve kimi şeyler elde edilememiş olsa bile, kimi şeyler de olabiliyormuş diye düşünüyor insan. Bayağı heyecanlı günlerdi. Biz onu yaşama şansını yakaladık...

- Eskiden bir fotoğraf, bin kelime yaratacak güçteydi ama, bugünkü fotoğrafın ve görüntünün ömrü teknolojiyle koşut olarak kısalınca, 'bit pazarına da nur yağdı' adeta...
- Fotoğrafları çekenler ufak, elit bir kesimi oluşturuyordu tabii. Fransızlar vardı, Bresson'lar, Capra kardeşler, Magnum ajansı vardı. Ama bugün bakıyorsunuz, herkes fotoğraf çekiyor. Hatta benim kişisel, gıcık olduğum bir olay var; insanlar telefonla fotoğraf çekiyor. Oysa biz hem filmin, hem fotoğrafın cefasını çektik. Bugün insanlar, teknik yüzünden bunun sefasını sürüyor. Bu iyi mi, kötü mü orası tartışılır.

- Aslında garip bir tashih var işin içinde. Eskiden 'kaydetme endişesi'ydi fotoğrafçıları kendisine çeken; bugün ise insanlar 'kaybetme' endişesiyle, sürekli görüntüleri stokluyorlar.
- Aynen, bravo. Bu sergi adına da ben bulabildiğimi bulmuş durumdayım. İsveç'teki evimde bir sürü kutu, birçok belge var. Elimi bir atıyorum, hâlâ bir şeyler çıkıyor. Biz o zamanlar 16 mm.'lik film kullanırdık. Makinem Leica'ydı. Ilford film kullanırdım. Leica'dan sonra ise Hasselblad - 6x6 kamerayla çalıştım. 40 yıl olunca, dedim ki, o zaman doğan çocuklar şimdi 40'ında, keza kendi oğlum beş aylıktı. Bu sergide yer alan 16 mm.'lik belgesel filmin öyküsü başkadır aslında; biz Paris'e, Ionesco belgeselini çekmeye gitmiştik o sırada. Bu anlamda bilirsiniz, doğru yerde, doğru zamanda olmak diye bir söz vardır; olursa müthiş enteresan olur. Biz gittiğimiz zaman bu patlak verince, Ionesco 'Böyle bir Paris'te sizinle belgesel yapamam,' dedi. Biz bunun üzerine İsveçlileri o görüntüleri çekebilmek için zar zor ikna ettik ama, daha sonra tabii çok memnun kaldılar bizim çektiklerimizden.

- Bugünkü Türkiye'nin sizin kafanızdaki fotoğrafını anlatır mısınız?
- Bir defa, çeksem çok karışık bir resim olur; hele dışarıda Türkiye'yi anlatmaya kalksam, insanlar şaşkınlıkla bana bakabilirler. Çünkü Türkiye üzerine olan biten meselenin temelini, gerçeğini bilmezler. Ama sonuçta herkes Türkiye hakkında konuşuyor. Tabii bu, benim devamlı özlemini çektiğim bir durum, öyle bir yerden gelmişim ki, düpedüz bu memleketin çocuğuyum; gençliğimde burada ne öğrenmişsem, o beni bütün bir hayat boyu yönlendiriyor. Galatasaray Lisesi'nin ruhu hâlâ içimdedir; karakterimin iyi ve kötü yanlarını, neyi aldıysam orada aldım. Onun için, Türkiye'nin daha kardeşçe, dostça yaşamasını isterim tabii. İnsanların tüm olayları konuşarak halletmelerini isterim. Türkiye'deki olaylar bana çok şiddetli geliyor. İnsanlar sorunları şiddetle aşabileceklerini sanıyorlar. Birbirleriyle konuşacaklarına, bir tane yumruk patlatmayı veya bıçağı çekmeyi tercih ediyor. O bakımdan biraz umut kırıcı.
Bilgi için: (0212) 252 47 00 - 466
Haberin fotoğrafları