kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
Yasemin Alkaya yıllar sonra karşısına çıkan ve bir gece kulübünde çalışan çocukluk arkadaşı Elif'e (sarı peruklu) kol kanat gerdi. Ve onun hikâyesini ibreti âlem olsun diye filmleştirdi.

Yaşam bu kadar arsızlaştırabilir mi?

MÜJGAN HALİS
Yasemin Alkaya'nın gerçek bir yaşam öyküsünden yola çıkarak çektiği son belgesel çalışması Yaşam Arsızı, Türkiye'de şizofreni gerçeğine ışık tutuyor..
Elif, anne ve babasını kaybettikten sonra şizofren olan iki kız kardeşine yıllarca baktı. Sonra iki çocuk sahibi oldu ve yaşam onu bir gün korkunç bir tercihle baş başa bıraktı: Çocukların mı, kardeşlerin mi? Çocuklarını seçti ve kardeşlerini sokaklara, tecavüzlere, açlığa, yoksulluğa bıraktı. 'Yaşam arsızı' dedi kendine ve bırakıp giden kocasından sonra sadece çocukları için yaşadı. Elif'in, Aysun'un, Funda'nın yaşamı, bir dostun, Yasemin Alkaya'nın vizöründen sinemaya yansıdı. Filmin adı baştan belliydi: Yaşam Arsızı.

DEVRİMCİ BABALARIN KIZLARI
Hikâyemiz 1970'li yılların ortalarında, Yasemin ve Elif'in henüz küçük birer kız olduğu zamanlarda Ankara'da başlıyor. Babaları devrimci olan bu iki küçük kız, biraz da mahalledeki dışlanmanın etkisiyle yakınlaşıyorlar birbirleriyle. Anı defterleri bu sıcaklıkla doluyor, fotoğrafların arkalarına Nâzım'dan dizeler bu samimiyetle yazılıveriyor. Sonra yaşam onları başka başka kentlere savuruyor, ama iki küçük yüreğin büyük dostluğuyla hep birbirlerinden haberler almaya çalışıyorlar. Ve derken, içlerinden birinin Elif'in boşanmaya karar veren anne-babası ve iki kız kardeşiyle yaptığı son ve onu öksüz-yetim bırakan son yolcululuk. Elif annesinibabasını kaybettiği o son kazayı mutlu çocukluğunun tek tanığı olan arkadaşına, Yasemin'e yıllar sonra şöyle anlatıyor: "Sabaha karşı 05.00'te Kızılcahamam'da gözümüzü bir açtık, otobüs eğilmiş, bükülmüş ve içinde hiç kimse yok, bir tek üçümüz varız." Elif, Funda ve Aysun'un hayatı bu kazayla değişti. Karslıydılar, kazayı duyan akrabaları hemen Ankara'ya geldi, Elif liseyi bitirir bitirmez üniversite sınavlarına bile sokulmadan alelacele Maliye'ye memur olarak sokuldu, kardeşleri de okullarına devam ettiler. Akrabalar görevlerini yapmış olmanın rahatlığıyla yaşamlarına geri dönerken, üç kız kardeş bir başlarına kaldı. Elif, kardeşlerine hem anne hem baba hem de abla olmuştu. İçlerinde en zekisi Funda'ydı, dersleri her zaman çok iyiydi. Üniversite sınavlarında sadece ODTÜ Bilgisayar Mühendisliği'ni tercih etti, "Ya burada okuyacağım ya da hiç okumayacağım," diyordu. Çok az bir puanla kaybetti ODTÜ'yü.

ANNE, BABA, ABLA OLDU

Elif annesinin parçalanmış cesedini gören kardeşinin, bu şoktan sonra tuhaflaştığını fark ettiyse de pek konduramadı. Bir gün işyerine bir telefon geldi, kardeşleri çırılçıplak soyunmuş, sokağa çıkmışlardı. Ondan sonra her gün karakolla, komşularla uğraşmaya başladı. Kardeşleri ellerindeki sigaralarla sürekli çıplak bir halde sokağa çıkıyordu. Sürekli uyuyan, sigarayı halıya-yorgana söndüren, çıplak gezen kardeşlerini 'isyankâr' buluyor ama 'hasta' olduklarını kabullenmek istemiyordu. Etlik'ten taşınarak sorunlardan kurtulacağını sandı Elif, Dikmen'de bir ev tuttu. Arkadaşları kardeşlerini hastaneye bırakıp hayatına bakmasını istiyorlardı, ama onun kardeşlerinden başka hayatı yoktu ki. En sonunda onları Ankara Numune Hastanesi'ne götürmeye ikna oldu, teşhis hemen konuldu: Kronik paranoid şizofreni. Hastanede kardeşlerinin saçlarını sıfıra vurdular ve hemen elektroşok yaptılar. O elektroşokla kardeşlerini tamamen kaybettiğini düşündü.

ÇARESİZLİĞİN BÖYLESİ
Anne-babasından kalan iki evleri vardı. O kadar çaresizdi ki o iki evi satıp bir cip almayı ve iki kardeşiyle binip bir uçurumdan ciple intihar etmeyi planlamaya başladı. O günlerde sonradan iki çocuğunun babası olan Mehmet'le tanıştı. Mehmet bir arkadaşının arkadaşıydı ve iki evi olan, intiharın eşiğindeki Elif'le çok ilgilendi. İlk başlarda tipini hiç beğenmediği bu adama kapıldı Elif. Onun isteğiyle evlerini sattı, Konya'ya yerleşti. Konya'da bir lokanta açtılar, ama bu defa evliliğinde şiddet yaşamaya başladı. Bu arada üst üste iki çocuğu olmuştu, çocuklarını babalarına bırakıp kardeşleriyle sokağa düştü. O günlerde pavyon hayatıyla tanıştı ve konsomatrislik yapmaya başladı. Kocasından ayrıldıktan sonra bir adamla tanıştı. Adam, 1.65 boylarında ve Doğuluydu. Elif'e sahip çıkmak istedi, o kadar çaresizdi ki kabul etti. "Sana ve çocuklarına bakarım," dedi adam ama o günlerde Eryaman'da sokaklarda yatan kız kardeşlerine bakmayı reddetti. Ruhunun güzel olduğunu söylüyordu Elif'e, ona göre tek eksikliği imanıydı. Kardeşlerinden biri için başka bir çözüm önerdi Elif'e. Diyarbakır'da yoksul bir aile ayarlamıştı. Para karşılığında Aysun'a bakacaklarını söylemişlerdi, ama çevrenin gözünü boyamak için de evli görünmesi gerekiyordu. Aysun o yoksul ailenin oğullarından biriyle evlendirildi ve Diyarbakır'a gönderildi. Fakat zavallı kız, ne evlilikten haberdardı ne de niye gittiğinden. Bir ay sonra kardeşinin piknik tüpü dahil, çeşitli aletlerle dövüldüğünü öğrenince kız kardeşini Ankara'ya geri getirmek zorunda kaldı Elif. O günlerde yine karşısına çıktı eski kocası ve "Gel çocuklarına bak, ben bakamıyorum," dedi. En son Adana Akıl Hastanesi de kardeşlerini kabul etmeyince, bir tercih yapması gerektiğine karar verdi. Çocuklarını mı seçecekti, kardeşlerini mi? Birçoğumuza acımasızca da gelse, o umudu yani çocuklarını seçti ve kardeşlerini İzmit'te yaşayan halalarına yollamaya karar verdi.

İZİNİ KAYBETTİRDİ
Anne-babasını kaybettikten sonra tam 10 yıl kardeşlerinin sorumluluğunu alan Elif, hayatındaki daha önemli bulduğu iki varlığı çocuklarını seçmişti, ona göre kardeşleri için yapacak bir şeyi yoktu. Ceplerine biraz para koyarak, onları bir otobüse bindirdi ve izini kaybettirdi. Halaları Aysun'la Funda'ya sadece bir hafta katlanabildi, onları sokağa terk etmekte hiçbir sakınca görmedi. O sırada sokağa bırakılan Funda ile Aysun da ne yapıp edip Ankara'ya dönmüş ve eski mahallelerindeki evlerinin penceresinin altında sokakta uyumaya başlamışlardı. Ama oraya gelene kadar parklarda, bahçelerde, apartman boşluklarında yatmış, defalarca tecavüze uğramış, aç kalmış, çöplüklerden beslenmişlerdi. Güvenpark'ta geceledikleri bir gün parkın bekçisinin onları önce yıkayıp, sonra da iğfal ettiğini oyun gibi anlatıyorlardı.

O KADIN OLMASAYDI
Sokakta onları gören vicdan sahibi bir kadın, bu iki genç kızın dramına seyirci kalamadı. Yaşlı kadın onlara önce mahallede bir yer yaptı, sonra güçsüzler yurduna yerleştirdi ve iki kardeş üç yıl güçsüzler yurdunda kaldıktan sonra, tekrar sokağa bırakıldı. Çünkü bu tür yurtlar, zekâ özürlülere hizmet veriyordu ve Funda ile Aysun birçok insandan daha zekiydi. Sokaklara dönünce tekrar eski mahallelerine geldiler ve yaşlı kadın onlara bir kez daha kol kanat gerdi. Bir ablası olduğunu duymuştu, kamu davası açtırdı ve böylece Elif'e ulaşıldı. Elif de 10 yıldır görmediği kardeşlerinden böylece haberdar oldu. Ancak bu davayla, babasından kalan m400 YTL maaş da kesildi. Hikâyemizin başındaki Yasemin ile Elif'in öyküsü de burada çakıştı. Elif, artık ünlü bir oyuncu olan çocukluk arkadaşı Yasemin Alkaya'ya o günlerde ulaştı, "Hiç iyi durumda değilim, bu çocukları senden başka bırakabileceğim hiç kimse yok," dedi. Yok olmayı tek seçenek olarak görüyor, suçluluk duygusuyla baş edemiyordu. Maaşının kesilmesiyle yeniden pavyonlara dönmüştü ve biri 17, diğeri 13 yaşında olan iki çocuğunu utandırmamak için başka bir kentte konsomatrislik yapıyor, zaman zaman onların yanına gidiyordu. Tek hayali, çocuklarının okumasıydı. Kendisi hep gazeteci olmayı düşlemiş ama olamamıştı. Yasemin Alkaya, arkadaşını hayatını yazmaya yönlendirdi ve mektuplar başladı. Tam dört yıl sonra o mektuplar, Yasemin Alkaya'nın yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği Yaşam Arsızı adlı filme dönüştüğünde, bunun en büyük şaşkınlığını Elif yaşıyordu.

BURASI İSVEÇ OLSAYDI

Yasemin Alkaya, kendisini bu kadar yargılayıp, kendisine bu kadar nefret yönelten ama yine de hayata bu kadar bağlı olup arsız arsız yaşamaya devam eden Elif'in benzersiz bir kahraman olduğunu düşünüyor ve onu filminde bu gözle anlatıyor. Üç kız kardeşin gözleri yaşartan buluşmasına da vesile olan film, yanı başımızda yaşanan ve gözlerimizi kapadığımız gerçekleri tokat gibi suratımıza çarpıyor. Ablalarını yıllar sonra ilk kez gören Funda ile Aysun'un "Abla beni de götür," feryatları ise yürek parçalayıcı. Elif bundan 10 yıl önce yaptığı tercihin arkasında, kardeşleri için yapabileceği bir şey olmadığını düşünüyor. Çünkü ne 34 yaşındaki Aysun'un eski Aysun ne de 38 yaşındaki Funda'nın eski Funda'ya dönüşemeyeceğinin bilincinde. Bunu da, "Bu dönüşümü Kafka bile beceremez," diye anlatıyor. Yaşam Arsızı üç kız kardeşin dramının yanı sıra, Türkiye'de yaşayan 400 bin şizofren ile ailelerinin dramını da yansıtıyor. Aysun ve Funda şimdi Ürgüp'te bir bakımevinde kalıyor. Ama orası onların son durağı olmayacak. Çünkü devletin kimsesiz ve ailesinin bakamadığı şizofren hastalar için bir merkezi, hatta bir politikası bile yok. Elif'in sözleriyle bu film bir soru soruyor, "TC vatandaşı değil de, İsveç vatandaşı olsaydım, bu kadar mutsuz olur muydum? Kardeşlerim sokaklarda kalır mıydı, bu kadar korkunç bir hayatları olur muydu?" Ne dersiniz?
Haberin fotoğrafları