kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 27 Şubat 2008, Çarşamba
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Kuzey Irak ve Türkiye-1

Ordunun Kuzey Irak'a girmesini, daha önce PKK'ya karşı başlatılan harekattan ayrı düşünmenin olanağı yok. İkisi birbirini tamamlayan ve derinleştiren girişimler. Birbiriyle gerek iç politikada gerekse uluslararası ilişkiler zemininde ilintili oluşumlar.
Bu önemli dönemde gerçekleştirilen önemli hareketle ilgli olarak hükümetin gerek iç gerekse dış politikası konusunda da bazı önemli gözlemlerde bulunmak mümkün.
Hiç kuşku yok! Bu hareketle AKP, Amerika'nın Irak'a girmesiyle başlayan yeni dönemde elini güçlendirmiş oluyor. Bu, aynı zamanda, AKP'nin Amerika'ya karşı kazandığı bir başarı. 1 Mart tezkeresiyle birlikte kopan ilişkiler yenilendi.
Amerika'nın Türkiye'ye karşı Kuzey Irak'a bir Kürt devleti yerleştirme ve Türkiye'yi onunla 'terbiye' etme veya 'yedekleme' düşüncesi vardı, başlangıçta. Bu düşünceyi şu ya da bu şekilde, zaman zaman PKK'yı destekleyerek, el altından onları güçlendirerek, yeri geldiğinde manipule ederek sürdürdü.
Belki Ankara'nın ortasında patlayan bomba bile onun parmak izlerini taşıyordu.
Buna karşı, aradan geçen zamanda, işler değişti. Türkiye, bu tahtıravalli oyununda Kuzey Irak'taki Kürt oluşumuna karşı güç kazandı. Amerika, nihayet ayakları suya ererek ve aklı başına gelerek Türkiye'nin bölgede harcanamayacak bir güç olduğunu ayrımsadı. Çark ederek, PKK'yı gözden çıkardı, Türkiye'ye operasyon olanağı verdi. Şimdi de Kuzey Irak'a girmesine göz yumuyor.
Bu çok önemli bir başarı.
Hatta AB'nin neredeyse 'paralize' olmasını sağlayan, ağzını açıp tek kelime etmesine fırsat bırakmayan bir hal!

AKP ve Kürtler
Fakat işin çok fena bir 'ama...'sı var.
AKP, ordunun geçen yıl Mart ayından başlayarak sürdürdüğü operasyona izin isteğine direndi. Seçimlerden önce üstelik de örtülü bir muhtıra ortamında da bu muhalif tavrını korudu.
Bu şekilde Kürtlerle arasında bir ittifak oluşturdu. Güneydoğu bölgesinden daha önce hiçbir biçimde görülmemiş ölçüde oy aldı. Kürtler, AKP'yi her yönden desteklediler. Ne var ki, seçimlerden hemen sonra, muhtemelen, henüz ayrıntılarını ancak spekülatif biçimde sezgiyle bulduğumuz Dolmabahçe Protokolü çerçevesinde söz konusu izin verildi. Gerekli koşullar oluşturulduktan sonra ordu PKK'ya karşı operasyona başladı.
Bu, Kürtlerle yapılan zımni anlaşmanın bozulmasıydı. Kürtlerin buna bakarak kendilerini bir aldatılmışlık duygusuna kaptırması kaçınılmazdı. Üstelik AKP, 'Diyarbakır'ı almak'tan söz ediyordu. Böyle bir dönemde yaklaşan yerel seçimlerin o bölgede AKP'ye nasıl bir sonuç üreteceğini kestirmek kolay değil.

AKP ve ordu
Üçüncü nokta şu: bu gelişme orduyla AKP arasında nasıl bir ilişki anlamına geliyor? Bir, ordunun istediği oldu ama bunun politik planlamasını AKP yaparak manevra üstünlüğünün kimin elinde olduğunu gösterdi.
İki, operasyon ordu-ABD arasındaki bir ilişkiden değil AKP-ABD arasında devam eden bir etkileşimden kaynaklanarak gerçekleştirildi. Bu anlamda da taktik üstünlüğün siyasi odakta kaldığı anlaşılıyordu.
Böylece ordu-AKP ilişkisinde, elbette ABD arka planda her zamanki yerini koruyarak, yeni bir dönemeç alınıyordu. Bunun ilk elde görülenden daha fazla ve farklı anlamları olacak bir gelişme olmadığını söylemek de kolay değil. Hele Türkiye'nin bu noktaya gelmesinde sokakta kabartılmış öfkelerin de bir payı olduğu düşünülürse...
Bu tahlille durumun 'klinik' saptamalarını yaptık. Bundan ötesi ne ifade eder, hatta bu kadarı da siyaset bünyesinde ne ifade eder sorusunu Cumaya ele alalım.
Mehmet Barlas ve Engin Ardıç SABAH'ta yazmaya başladılar. İkisi de hoş geldiler. İkisine de başarılar dilerim.