kapat
10.03.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Memelerin erotik ekonomisi

Meme fırtlatmak moda oldu. Önce Genco Erkal ile 'Yarışma'da oynayan tiyatrocu Şebnem Özinal'ın memesi çıkıverdi sutyeninden. Tesadüf bu ya gazeteciler de oradaydı; olay basın tarihine geçti.

Ardından Ayşe Hatun Önal gösterdi. Son olarak Tuğba Özay orta boy bir füze uçurdu. 'Dekolte'nin çekimlerinde bir memesi dekoltenin sınırlarını ihlal etti.

Medya olarak memelerin başkaldırısını 'iş kazası' filan diye sunuyoruz ama ne biz, ne meme sahipleri, ne de okurlar inanıyor bu tesadüfe. Siz bir yakınınıza ait memenin durup dururken sutyenden fırlayıp "cee" yaptığına hiç şahit oldunuz mu şu hayatta? Binde bir olur tabii... Ama hakikaten binde bir. Onun dışında planlı, programlı bir gösteriyle karşı karşıyayız.

Bizim mankenler bunu promosyon haline getirdiler. Televolelerde, ikinci sayfalarda yer alabilmek için ya birbirlerine tavuk mavuk diyorlar ya da bir memelerini fırtlatıyorlar: 'İşte dudaklarım, işte bacaklarım... Bakııın memem de var. Bam!'

Ama dikkat! Daima bir meme fırtlatılıyor. Çünkü böylece olaya 'kaza' süsü verilmiş oluyor. Halbuki iki meme birden ortaya çıkarsa iş teşhire giriyor, pornoya kayıyor. Tabii olayın 'tek mi, çift mi' ile bitmediğini ben de biliyorum. Bakışlar, duruş ve elbette memenin büyüklüğü de önemli!

Şöyle bir sınıflandırma yapabiliriz sanırım: Gözünüzün önüne kadın dergilerini, filmleri filan getirin. Büyük memeli kadınlar seksle, doğurganlıkla ve eğitimsiz alt sınıflarla; küçük memeliler ise ciddiyetle, zekayla ve kültürlü üst sınıflarla özdeşleştirilir...

Bu ayrımı kafama göre yaptığımı sanmayın. Memenin sosyal ve politik tarihini araştıran Marilyn Yalom da (evet, doğru tahmin ettiniz; 'Aşkın Celladı' ile kadınları umut nilüferleriyle dolu depresyon havuzuna iten psikoterapist Irvin Yalom'um eşi) benzeri saptamalar yapıyor, 'A History of the Breast' adlı kitabında...

O halde ilk kategori şöyle: Eğer büyük memelerin ikisi de ortaya serilmişse... Kadın davetkâr ve halinden memnun biçimde bakıyorsa... Bu sunum; ucuz, basit, pornografik olarak kabul ediliyor.

Gelelim ikinci kategoriye: Eğer memeler küçükse, hele oğlan çocuğununkinden halliceyse... Kadın ciddi, somurtuk, dik dik bakıyorsa (veya uzaklara dalmışsa) ya bir defiledeyiz ya da elegan bir kadın dergisinin sayfalarını çevirmekteyiz. Yani, genel kanıya göre, entelektüel bir erkek bu kadını önce resim sergisine, sonra da suşi yemeğe götürmenin hayallerini kurabilir. (Bir itiraf.com kızı kendi küçük memeleri için 'kibar' sıfatını kullanmıştı da; pek üzülmüştüm haline. Zaten suşi de sevmem.)

Bizimkilerin tek meme gösterisi ise bu iki kategorinin arasında yer alıyor. Ne porno, ne entel. Lüks değil ama ucuz da sayılmaz. Bir an görünüp kayboluyor: Tahrik etmiyor, şaşırtmakla yetiniyor. Belirsiz bir vaat var.

İşte bu gri bölgede 'memecee' oynuyor bizimkiler. Seyrederken mutlu oluyorsunuz ama sahip olmak için epey bir bedel ödemeniz gerekiyor. Reklamları andırıyor yani. Zaten adam da söylemiş: 'İstediğiniz her şeyi memeyle satabilirsiniz.' Eh, bu demektir ki memeyle satın da alabilirsiniz: Yeter ki kime göstereceğinizi bilin.

Efendim? Fotoğrafta bir meme niye mi diğerini ısırıyor? Sahi, az daha unutuyordum; o fırtlatılmayıp içeride kalan meme; kıskançlığından ısırıyor, kıskançlığından...

Gaziantep yemekleri
İstanbul'da değil de, Anadolu'da doğsaydın, hangi kenti tercih ederdin; diye soran olsaydı... Kesinlikle Antep'i isterdim. Görüp de beğendiğimden değil. Maalesef hiç gitmedim. Ama Antep yemeklerini az buçuk biliyorum. Has Antep yemeği olduklarından kuşku duysam da sağda solda yiyoruz işte. Bir keresinde Antepliler Derneği'nin düzenlediği 'Tencere Yemekleri Yarışması'nı interaktif biçimde izlemiştik de nefis tatları damağımızda kalmıştı. O zamandan beri, "Aynısını bulup yesek" diye aramızda konuşuruz.

Şimdi fırsat doğdu: 13-23 Mart arasında Divan Lokantası, Antep Yemekleri Haftası düzenliyor. Otelin başaşçısı Aybek Şurdum ile Ali Tombul; 'kebap yuvalama', 'doğrama', 'maş piyazı', 'sütlü nuriye', 'sarığı burma' örnekleri verecek.

İnşallah tadarız... Ancak gitmeden önce dersime çalışıp Gonca Tokuz'un yazdığı Gaziantep Yemekleri ve Tatlıları adlı iki ciltlik kitaba sıkı bir göz atacağım. Belki ukalalık etme fırsatı doğar: Kel nebeniye yok mu? Ya teşrübe? Çirli yahni? Ya öcce, o da mı yok?

Antepli Fahri Yıldız'ın, Kaymaklı Katmere Hasret şiirinden bir dörtlükle bitirelim ki adeta bir love story:

"Çok incesin, şeffafsın, zarif bir gelin tülü/ Lale gibi rengin var, sanki has bahçe gülü/ Seni nasıl vasfedem, acizdir kalem dili/ Gel ey canların canı, gönül dermanı katmer."

Ecevit'in gizli derdini buldum
Perşembe günü Başbakan Ecevit'in dili sürçtü. 'Bölgemizde savaş değil barış istiyoruz' diyeceğine, 'Bölgemizde barış değil savaş istiyoruz' deyiverdi. Bunu farkeden birçok kişi olayı basit bir hata olarak gördü; Ecevit'in yaşına ve yoğun temposuna verdi, haber satır aralarında kaldı.

Halbuki sürçmeler, frenkçesiyle lapsuslar, önemlidir. Az buçuk Freud okuyanlar bilir: Sürçmeler 'masum' değildir. Birkaç düzeyi vardır. Öncelikle bilinçdışını ele verir, analiz ederseniz taa çocukluğuna kadar uzanırsınız o kişinin. Bir de daha basit, yakın zamana ilişkin bir 'sıkıntının' dile vurmasıdır sürçme.

Hemen örnek vereyim. 1995 yılıydı. Başbakan Tansu Çiller, 'Çok önemli bir dönemeçten geçiyoruz' diyeceğine, 'Çok ölümlü bir dönemeçten geçiyoruz' demişti. Çiller zaten ikide bir gaf yaptığı için önemsenmedi. Bense tedirgin olmuştum. Belli ki bir hazırlık vardı. Hakikaten de bu sürçmeden 10 gün sonra Güney Doğu'da PKK'ya karşı kapsamlı bir operasyon başladı. Kuzey Irak'a filan girildi. Tansu Çiller'in sürçmesi zihninin 'orada' olduğunu gösteriyordu.

Ecevit savaş istemiyor elbette. Ama onun gibi esaslı bir hatibin sürçmesi de aklının, trafiği yoğunlaşan İncirlik Üssü'nde olduğunun işareti bence. Hadi hayırlısı.

(Psikanalizle ilgilenenlere çok özel soru: Yer değiştiren sözcükleri, yani 'peace' ve 'war'u, 'piis vor', ya da 'piss var' diye okuyabilir miyiz?)

Türedi Ailesi
Bir dolmuşla Beyoğlu'na attım kendimi öğle tatilinde. Güneş parlak, sıcacık. Doğru Çiçek Pazarı'na: Balıklar, salatalar, turplar, nar gibi narlar... Turfanda çağla; bir avucu 3 milyon. Aktarlar, biracılar, kokoreççiler... İstanbul'da yaşadığıma şükrettim.

Neyse... Karın doyurduktan sonra doğru Simurg'a... O kitap, bu kitap derken İbrahim Yılmaz elime bir katalog tutuşturdu: 9. Ankara Antika Kitap Müzayedesi.

"Yahu bir İstanbullu'ya bu yapılır mı? Benim ne işim var Ankara'da" diyemedim elbet ama iki gün boyunca da kapağını açmadım. Derken selüloz çekti.

Vay canına, neler yokmuş ki Çankaya Belediyesi Çağdaş Sanatlar Merkezi'ndeki (17 Mart/ 12:00) müzayedede... Beni en çok cezbeden ise Turan Aziz Beler'in Türedi Ailesi (1943) oldu: "Dönemin çok satanları arasına giren... Kahramanlarını kendi ailesine benzettiği gerekçesiyle yazarının 2 yıl 4 ay hapis yatmasına neden olan roman..." Avukatının derlediği 'Türedi Ailesi Müdafaası' ve 'Türedi Ailesi Davasında Kürtaj Cinayeti'yle birlikte üç kitap halinde 30 milyondan artırmaya girecek. Bir Ankara yapsak mı acaba?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır