kapat
05.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Kazanın olacağını rüyamda gördüm

Tepe Havacılık Genel Müdürü Behiç Özek, çalışma arkadaşlarından Nuray Birol'un birlikte oldukları uçakta öleceğini rüyasında görmüş ama kadere karşı çıkamamıştı
Düşen uçaktaydım..! Bu sözü söyleyebilen ender insanlardan olan Tepe Havacılık Genel Müdürü Behiç Özek ile aynı kazadan sağ olarak kurtulan Tepe Yapım ve Kontrol Koordinatörü Tümay Kalaycıoğlu'nun yaşadıkları filmlere konu olacak türden.

Söze önce, "Hayatım boyunca uçak korkum olmadı" diyerek 49 yaşındaki Behiç Özek başladı. Ve kazadan önce gördüğü rüyayı anlattı: "Bir kaza oluyordu ama ne kazası olduğu belli değildi. Kazadan ben kurtuluyordum. Ama Tümay Beyin yardımcısı Nuray Birol o kazada ölüyordu. Bir toplantı sonrası bu rüyamı arkadaşlarıma da anlatmıştım." Özek sigarasından derin bir nefes aldı; sonra da bizi 21 Mart 2000 akşamına götürdü...

İçimde tarif edemediğim bir sıkıntı vardı o akşam
Behiç Özek bir iki telefondan sonra Bursa'da bir toplantı düzenlemeye karar verir. Tümay Kalaycıoğlu ve Nuray Birol da onunla beraber geleceklerdir. Özek pilota haber verip uçağın hazırlanmasını ister: "Amerika'daki kuzenimi cep telefonumdan aradım. İçimde tarif edemediğim bir sıkıntı vardı. Şarjım bitmek üzereydi. Bir iki lafladıktan sonra yeğenime, 'Seni sonra arayayım' dedim, telefonu kapattım. Pencereden dışarıya baktım. Ankara'da hava açıktı."

Behiç Özek, koordinatör Tümay Kalaycıoğlu ve koordinatör yardımcısı Nuray Birol'a, 'Saat 17:00'de buluşalım. Bursa'daki toplantıya beraber gideceğiz' direktifini verdikten sonra geri sayım başlamıştı. Tümay Kalaycıoğlu da o akşam Özek gibi çok sıkıntılıydı. Evine gittiğinde kapıyı eşi Servet Hanım açmıştı.

Tümay Kalaycıoğlu'nun sıkıntısı o akşam yüzünden okunuyordu. Eşine sadece 'Valizimi toparlayalım Servet, Bursa'ya gideceğiz' diyebildi. Ama bir türlü valizini toparlayamıyordu. Salonda volta atmaya başladı. Bir ara eşine dönüp, "Hiç gitmek istemiyorum, biliyor musun. Behiç'i arasam... Tansiyonum çıktı, gelemiyorum desem mi" diye sordu. Sonra vazgeçti; çünkü iş ahlakına uymazdı. Eşini öptü, arabasından el salladı.

Pistin ışıkları yanıyordu ancak pilot göremiyordu
Uçağın kalkış saati 21:20'ydi. Kaptan pilot İbrahim Doğan ve yardımcı pilot Mahmut Sevimli uçağın son kontrollerini yapmış; yolcuları bekliyordu. Havaalanına ilk Behiç Özek gelmişti. Uçmayı çok sevdiği için yıllar önce Hususi Pilotluk Sertifikası bile almıştı. Pilot İbrahim Doğan, 'Behiç Bey bu akşam uçağı siz kullanın' teklifinde bulundu. Özek'in cevabı netti: "Hayır. Bu akşam kendimi çok yorgun hissediyorum." Uçağa binmemişti. Bir sigara yaktı. Nuray Birol ile Tümay Kalaycıoğlu'nu bekliyordu. Uçuş saati yaklaştıkça içi daralıyordu. Kısa bir süre sonra Nuray Birol geldi. Uçağa ilk o bindi. Ve en kritik an bu sırada yaşanıyordu. Çünkü Birol yanlışlıkla Behiç Özek'in her zaman oturduğu, kokpitin hemen arkasındaki koltuğa oturmuştu. Özek de karşısına. Pilotlar bu durumu farkedince, Özek'e işaretle, "Nuray Hanım'ı oradan kaldıralım mı" diye sordu. Özek, hiç konuşmadan kafasını iki yana salladı.

Son olarak Tümay Kalaycıoğlu havaalanına gelmişti. Ağır adımlarla uçağa yaklaştı, kaptan pilota, 'Hava nasıl' diye sordu. Kaptan, 'Yağışlı. Rüzgarı baştan alacağım' diye yanıtladı. Tümay Kalaycıoğlu'nun yüzündeki gerginliği farkedince de, 'Hayrola Tümay, ben oraya defalarca indim, merak etme sen' diyerek gözlerinin içine baktı. Kalaycıoğlu uçağa binmek istemiyordu. Kısa bir süre uçağın kapısının önünde durdu.

Kaptan Pilot birçok defa beraber uçtuğu Tümay Kalaycıoğlu'nun hareketlerini dikkatlice izliyordu. Sonunda dayanamadı ve arkadaşının omzuna iki kere vurarak, 'Hadi hadi korkma, bin' dedi. O da bindi. Beechcraft- 90 tipi uçağın motorları çalışmıştı. Kalaycıoğlu, Nuray Birol'un yanında oturuyordu. Uçağın kapısı kapandı ve uçak hareket etti. Tekerlekler artık havadaydı...

Toplantı öncesi son hazırlıklar yapılıyor; projeler hakkında konuşuluyordu. Uçaktaki oksijen miktarı azdı. Behiç Özek de dahil herkesin üzerine bir ağırlık çökmüştü. Ellerinde evraklar hepsi uyuklamaya başlamıştı. Bursa'ya yaklaştıkça bulutlar yoğunlaşıyordu. Müthiş bir kar yağışı vardı. Derken Behiç Özek, kaptan pilot ile kule arasında geçen konuşmayla irkildi: Pilot kuleye, 'Pistin ışıklarını sonuna kadar açın, göremiyorum' diyordu. Kulenin yanıtı ise 'Pistin ışıkları sonuna kadar açık' şeklindeydi.

Yerde sürüklenen uçağın gürültüsü geceyi yırtmıştı
Bu söz üzerine Özek hemen yerinden fırladı, başımı eğdi; iki eliyle koltuklara yaslandı ve pilota, 'Israrcı olmayın pas geçin. İstanbul'a yönelelim' dedi. Birden herkesi bir telaş sarmıştı. Özek gözlerini dışarıya dikmiş, pilot gibi önüne görmeye çalışıyordu. Uçağın içinde herkesin ağzı yüreğindeydi. Pilot gazı açtı; uçağın burnunu dikleştirmeye başladı. Ama artık çok geçti... Müthiş bir gürültü koptu; uçak sarsılıyordu, piste inmediği belliydi. Uçağın camlarını ağaç dalları parçalıyordu.

Behiç Özek çarpma anında uçağın arkasına savrulmuştu. Diğer yolcuların kemerleri sıkı sıkı bağlaydı. Uçak yerde sürünüyordu; ortaya muazzam bir gürültü çıkıyordu. Ormanın sessizliği bozulmuştu. Kurtlar ulumaya başlamış; kuşlar çığlık çığlığa gökyüzünü kaplamıştı. Özek yıllar sonra kazadan hemen sonrasını tek bir kelimeyle özetliyordu: Karanlık...

Tepe Havayollarına ait pervaneli uçak, Uludağ yolundaki İnkaya Köyü'nün 1.5 kilometre uzağındaki ormanlık alana gövde üzeri düşmüştü. Pilot son anda uçağın burnunu kaldırmasa, dağa burnundan vuracak ve ortaya bir facia çıkacaktı.

Müthiş gürültünün ardından ormana derin bir sessizlik hakim olmuştu. Saatler 22:45'i gösterdiğinde uçakla kule arasındaki irtibat kopmuştu. Yerde yarım metre kar vardı ve uçaktan akan benzini emiyordu.

Behiç Özek çarpma anında ayakta olduğu için koridorun sonuna fırlamış, acılar içinde yerde yatıyordu. Pilotlar, Nuray Birol ve Tümay Kalaycıoğlu ise kemerleri sıkı sıkı bağlı koltuklarında hareketsiz oturuyorlardı. Kalktıktan yarım saat sonra dağa çakılan uçağın içini dışarıdaki kar aydınlatıyordu. Manzara tüyler ürperticiydi. Ve o saatten sonra düşen uçağın içinde Hollywood filmlerine taş çıkartacak bir yaşam mücadelesi başlıyordu.

Kendine ilk gelen Behiç Özek oluyordu. Çok fazla acı çekiyordu. Kaptan pilotla aralarında ilk olarak şöyle bir diyalog geçiyordu:

- Neredeyiz?

- Bilmiyorum efendim

- Düştük mü?

- Maalesef efendim.

Pilotlar dahil hiç kimse nerede olduklarını bilmiyordu. İlk akıllarına gelen yangın ihtimaline karşı bütün elektrikli aletleri kapatmak oldu. Acılar içinde kıvranan Özek uçaktakilere seslendi: "Aranızda iyi olan var mı? Hayatta mısınız? Ses verin!"

Boynu kırılan Nuray Birol benim yerime oturmuştu
29 yaşındaki Nuray Birol hariç herkesten kısık da olsa ses geliyordu. Yardımcı Pilot Mahmut Sevimli önce kemerini açtı, sürünerek Nuray Birol'un yanına geldi. Birol'un nabzı atıyordu. Sevimli, 'Yaşıyor!' diye bağırdı. Ama nabız atışları çok yavaştı. Nabzından gelen ses her saniye uzaklaşan ayak sesi gibiydi. Azaldı... Azaldı... Ve durdu... Nuray Birol ölmüştü.

Yardımcı Pilot'un yüzü bir anda gerildi. Herkes birbirinin yüzünü dışarıdan gelen kar ışığıyla seçiyordu. Sevimli sadece 'Öldü' diyebildi. İşte o an Behiç Özek iki gün önce gördüğü rüyayı hatırladı: "Kazadan sonra ilk olarak o an ağladım. Kendimi tutamıyordum. Ağladıkça içim acıyordu; Nuray'ın üzerinde bir damla bile kan yoktu. Ölüm nedenini çok sonra öğrendik. Düşme anında ağaç dallarından biri camı kırıp, Nuray'ın boynuna denk gelmiş. Boynu kırılmıştı. İnsan bu noktada söyleyebilecek bir tek söz bile bulamıyor. Nuray benim yerime oturmamış olsaydı?..."

Dışarıda tipi vardı. Kapıyı açınca içeriye karlar doldu
Tümay Kalaycıoğlu'nun hatırladığı son şey ise Behiç Özek'in "Çocuklar Bursa'yı pas geçiyoruz; İstanbul'a gidiyoruz" sözleri. Kazadan sonra uçağın içi savaş alanını andırıyordu. Kalaycıoğlu doğrulmak istiyor ama bir türlü kalkamıyordu. Bir ara gözleri Behiç Özek'i seçti. Yüzü kapkaraydı. Uçağın kapısı çarpmadan dolayı aralanmıştı. Son bir gayretle Kalaycıoğlu yerinden kalktı, kapıyı zorladı ve açtı. Kapının açılmasıyla içeriye karlar dolmaya başlamıştı. Dışarıda tipi vardı. Pilotlar bu arada kuleyle temas kurmaya çalışıyor ama cihazlar çalışmıyordu. Tümay Kalaycıoğlu, her ne kadar 'Ben gidip yardım bulmaya çalışayım' dese de Behiç Özek buna karşı çıkıyordu: "Nerede olduğumuzu bilmiyorduk. Dışarıda vahşi hayvanlar vardı. Bizi her an bulabilirlerdi; ama Tümay kaybolabilirdi. Aklımıza ateş yakmak geldi. Aramızda bunu yapabilecek tek kişi de Tümay'dı..."

İKİSİNİN DE İÇİNE DOĞMUŞTU...
Tepe Havacılık Genel Müdürü Behiç Özek (sağda) ve Tepe Yapım ve Kontrol Koordinatörü Tümay Kalaycıoğlu (solda) o gece Uludağ'da olanları anlatırken hâlâ ürperiyorlar. Kötü bir şeylerin olacağını sadece Behiç Özek değil Tümay Kalaycıoğlu da hissetmiş ve o yolculuğa çıkmak istememişti. Eğer içlerindeki sıkıntıya kulak verebilselerdi belki de Bursa'ya gitmeye kalkışmayacaklardı.

YARIN
* Uludağ'da 9.5 saat süren ölüm kalım mücadelesinde neler yaşandı?

* Kalaycıoğlu kırık bacağıyla yürürken en çok neyi görmek istiyordu?

* Umutları her geçen saat tükenirken nasıl bir
ses onları bir kez daha hayata bağladı?

Bülent GÜNAL



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır