kapat
27.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
İçimizdeki timsah!

Geleceğe sesinizi, ayak izlerinizi, yolculuğunuzun öyküsünü bırakabilmek için oturun anılarınızı yazmaya başlayın...

"Bugüne kadar yaşadıklarınızı şöyle bir anlatın desem.." nerden başlardınız? Bırakın anlatmayı söz gider yazı kalır. "Oturun yazın" desem, "Yazacağım da ne olacak?" diyeceksiniz.. Bir işe yaramayacak diyelim ki, ille yaraması mı gerekiyor? Siz okursunuz, çocuklarınıza verirsiniz, eşinize hediye edersiniz.. "Bak ben buyum, bana beni yazdım, oku bakalım.." dersiniz.. Anıları bilince çıkarmak, içimizdeki bu eşi benzeri bulunmayan hazineyi ortaya koyup başkalarıyla paylaşmak, kendimize, gelecek kuşaklara verebileceğimiz en güzel hediyedir. Genellikle, ülkemiz insanının kalemle kağıtla barışık olmadığı, yazma eylemiyle ilintisi olmadığı konusunda yaygın bir kanı var. Bu doğru olsa bile hiçbir zaman "YAZMAK" eylemiyle dost olmayacağımız anlamına gelmez. Jean Richter beyefendi buyurmuşlar ki, "Anılarımız, kovulamayacağımız tek cennettir." O zaman niye cennetinize yolculuk yapmıyorsunuz ki?

YAŞAM ÖYKÜLERİMİZ TEKTİR
Evet, nerden başlardınız?

Hangi istasyondan binerdiniz Cennet'e giden trene... Parmak izleriniz desem, bir ipucu olur mu size? Parmak izleri tektir. Biri ötekine benzemez... Evet, her bir parmak izi eşsizdir; benzersizdir.. Yaşam öykülerimiz de tektir.

Kimimiz yaşamımızın bir roman olduğunu düşünür, dillere destan olsun diye orda burda anlatır dururuz... Anlattıkça da değiştiririz.. Anılarımızı kilden bir heykel yaparcasına, her anlatışımızda farklı bir şekile sokarız.

Anılara yolculuğun gölgesini, kağıt üstüne düşürmeye meraklı olanlarımızsa düzenli ya da başıbozuk günlükler tutar. Japonya'da günlük tutacak vakti bile olmayanların sorunlarını halleden şirketler kuruldu.. Açıyorsunuz telefonu o an ya da o gün neler yaşadığınızı, hissettiklerinizi, hatırladıklarınızı anlatıyorsunuz.. Ay sonunda hepsi düzenlenmiş, yazıya dökülmüş olarak adresinize yollanıyor.. Yani taze taze kaydedilsin isterseniz böyle servisler de var... Günlük ya da günce istemem, araya zaman koyup, anılarımı sonra bir araya getirmek istiyorum derseniz o da sizin bileceğiniz iş. Bana sorarsanız, siz yine de bir kenara bir şeyler çiziktiriverin her gün.. Defterlerimi kimseler okusun istemem derseniz, İngiliz yazar John Evelyn'in yaptığını yaparsınız. Evelyn 11 yaşındayken başlayıp, 70 yaşına kadar yazdığı günlüklerle birçok siyasal olaya ışık tuttu.

Ama kimsenin yazdıklarını okumasını istemediği için stenoya benzer özel bir yazı biçimi buldu, öyle tuttu günlüklerini kendinden başka kimse içinden çıkamasın diye... Çok haliniz vaktiniz yerindeyse, tarihteki birçok kral, sultan, prens, imparator gibi kendinize günlükçübaşı da tutabilirsiniz. Biz de günlük işi daha doğrusu onun deyişiyle "günce" 1954'lerde Nurullah Ataç tarafından ciddi bir biçimde gündeme getirildi.. Ataç günlük bir gazetede her gün günce'lerini yayınlamaya başladı.. Eh arkası da geldi. Ben Salah Birsel'in günlüklerinin tiryakisiyimdir. Türk dilinde yazılmış en iyi anıları okumak isterim derseniz hemen Aziz Nesin'in "Böyle Gelmiş Böyle Gitmez"ini öneririm size..

Günlüklerde günü yakalamaya, ilerde kendimizi okuyabilmek için yaşadıklarımızı bir araya getirme çabası vardır. Bazen de yarından korktuğumuz için kendimizle yüzleşmek istemediğimiz için geçmişimizle dostluk kurmak istemeyen yanımızla karşı karşıya kalırız. Güvensizliğin ve korkunun hüzzam ağırlığı sarıp sarmalar dört bir yanımızı.

Bir bakış, bir yalnızlık gecesi, bir yalvarış kaç sayfada, nasıl anlatılır ki? Geçmişteki o çocuk, o delikanlı, o genç kız sanki başka biriymiş gibi gelmez mi size? Adını zor çıkaracağım tanıdık bir delikanlıyı hatırlatır bana eski resimlerim; bazen de geçmişte kalmış bir dost. Eski fotoğraflarından bir albüm yapsan, birbirini tanımayan bir sürü adamın suretlerini yan yana dizersin. 15 yaşın 25 yaşını tanımaz.. 35 yaşın 25 yaşını anlamaz. 18 yaşın 40 yaşını tuhaf bulur.. 50 yaşın 16 yaşınla tanışıp arkadaş olmak ister belki de. Eski fotoğraflardaki sen, değişen dünyayı ve seni anımsatır sana..

Bilincin kıvrımlarına gizlenmiş anılar hazinesini kazıp, günışığına çıkarmak sizi yaşamın tekdüzeliğinden de çekip çıkaracaktır. Bilinçte yinelenen kıvılcımlara, geri gelen resimlere, seslere "anı" diyoruz.. Anmak, anı işçiliği daha önce bilinçte varolanın saklandığı yerden tozlarının silkelenip ortaya çıkarılmasını dile getirir.. Yaşadıklarımız bilince yansır ve belleğin kıvrımlarına girer; kendine tenha bir köşe bulup saklanır; anılaşır.. Bilincin ıssız köşelerine üst üste yığılmış anılar, bilgiler bilincimize kendileri gelebildikleri gibi onları bizde geri çağırabiliriz. Düşünsenize, bilinçaltınızla dostluk kurmuşsunuz, kendinizi bırakmışsınız içinizi gözden geçirmenin hazzına.. Anılar kalemin ucundan kağıda geçiyor.. Kendinizi kendinizle ve başkalarıyla paylaşabilmeniz için.. Anıların kendiliklerinden uyanmaları bize bağlı değildir ama istersek biz de onları bilince çıkarabiliriz. Ne şekilde olursa olsun belleğe yapacağımız yolculuk yaşadıklarımızı, kendimizi yeniden keşfetme hazzını sunacaktır bize. Size ait olan, anahtarı sizde saklı olan bu sandığın kapağını kaldırdığınızda bulacağınız hazine gözlerinizi kamaştıracak, sizi ağlatacak güldürecek, düşündürecek, yoracak, dinlendirecek, içinizi sızlatacak ama sizi arındıracak, ufkunuzu genişletecek... Anılar sandığının kapağını aralayanlar, belleğin tavan arasından içeri başlarını uzatma cesaretini gösterenler, onları yaşamları boyunca yiyip bitiren ruhsal rahatsızlıklardan da kurtuluyorlar. İtip, üstünü örtüp, karanlıklara sakladıkları yanlarıyla da yüzleşme fırsatını yakalıyorlar. Sakladıklarını yazarak, onları günışığıyla buluşturduklarında da başlarına bela olmuş bir sürü derdi, sıkıntıyı, bunalımı da fırlatıp atıyorlar üzerlerinden..

İçimize sakladıklarımızla cesur bir biçimde yüzleşebilmek bizi arındırır..

Zihninizin envanterini çıkarırken kendinizi daha iyi tanıyorsunuz. Neyi, niye, ne zaman yaptığınızla yüzleşiyor, bugünkü gözünüzle kendinizi yeniden değerlendiriyorsunuz.. Kendinizi yeniden kuruyor, keşfediyorsunuz.. Yaşamlarını neyin nasıl biçimlendirdiğinin hesaplaşmasını yapabilenler yaşamı daha berrak bir perspektifle kavrayabiliyor.

KENDİNİZİ OKUMAK İÇİN...
Günlük tutun, anılarınızı yazın; kendinize dışardan bakabilmek için, yazın.. Kendinizi eleştirip yeniden yaratabilmek için, kendinizi okuyabilmek için yazın.. Dünyada tek olan parmak izleriniz sizi bir tane, tek, benzersiz yapıyor.. Peki, ayak izleriniz? Yaşama attığınız imzadır ayak izleriniz nereden nereye doğru nasıl yürüdüğünüz, yaşamın içinden geçiş biçiminiz, imzanızdır sizin..

Geleceğe sesinizi, ayak izlerinizi, yolculuğunuzun öyküsünü bırakabilmek için oturun anılarınızı yazmaya başlayın.. Bugünden geçmişinize, içinize fırlattığınız bakış yarını aydınlatacak. Kendi belleğimize yapacağımız yolculuklar toplumun belleğini de oluşturacaktır. Günışığına çıkarıp, yeniden gözden geçirmediğiniz, düzene koymadığınız anılar, sizi yutmak isteyen timsah gibi içinizde bekler. Timsahın ağzına kalemi tıkar, yaşadıklarınızı yazıya dönüştürürseniz timsahı yuttunuz demektir.

İçindeki öcüleri boğmanın tek yolu kendiyle yüzleşmekten geçiyor..

Buyrun başlayın..

Sevgili günlük, bugün günlerden Pazar...

Hatıralar da dal istiyor

Kuşlar gibi konacak

Oktay Rıfat



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır