Yirminci yüzyıla damgasını vuran yazarlardan Milan Kundera, Can
Yayınları arasında çıkan "Bilmemek" başlıklı romanında bir şairin
hazin ve biraz da komik hikâyesini anlatıyor ki, şairler adına bir
ibret dersine de vesile olmakta...
Jonas Hallgrimsson, 19. yüzyılda tanınmış büyük bir romantik şair ve
aynı zamanda İzlanda'nın bağımsızlığı yolunda büyük bir savaşçıdır.
O yıllar İzlanda, Danimarka'nın sömürgesi ve Hallgrimsson, başkentte
ömrünü tüketmek üzere... Kundera'nın deyişi ile "Bütün romantik
şairler, büyük yurtseverler olmanın dışında, aynı zamanda sıkı
içiçidirler"...
Hallgrimsson da yine içtiği bir gün merdivenden düşer, bacağını
kırar, bir süre sonra da dünyasını değiştirdiğinden Kopenhag
mezarlığına gömülür. Yıl 1845'tir.
Doksan dokuz yıl sonra, 1944'te İzlanda Cumhuriyeti ilan edilir. İki
yıl sonra şairin ruhu, İzlandalı zengin bir sanayicinin ruhunu
ziyarete gelir: "Yüz yıldır kemiklerim yabancı ellerde, artık
anayurduma dönmemin zamanı gelmedi mi?"
Yurtsever sanayici de bunun üzerine şairin kemiklerini anayurduna
getirtmeye karar verir. Getirtir de...
Fakat bu sırada bir başka olay olur. Cumhuriyet'in çiçeği burnunda
bakanları Hallgrimsson'nu, yine büyük bir şair olan Elinar
Benedktsson ile bin yıl önce, ilk İzlanda parlamentosunun açık havada
toplandığı yerde kurulan Thingvellir'e gömerler.
Çok geçmeden de dünya, yurtsever sanayicinin itirafa cesaret
edemeyeceği bir şeyi öğrenecektir: Çünkü şair, Kopenhag'da yoksullar
arasına gömülmüştür ve mezarında kimliğini belirtecek hiçbir işaret
yoktur. Kemik yığınlarından bir bölümü seçilerek İzlanda'ya
götürülür. Bu kemikler ise Danimarkalı bir kasaba aittir.
Şairle aynı derecede yurtsever kasabın trajik yazgısı ise naaşının
hayatı boyunca kendisinde korku ve tiksintiden başka bir şey
uyandırmayan bir adaya sürülmüş olması...
Böylece de sadece iki mezarı barındıran Thingvellir, yine Kundera'nın
deyişi ile "dünyadaki bütün Pantheonlar, bütün o groteks kibir
müzeleri arasında bizi duygulandıran tek mezarlık" olarak yerini
alıyor.
Anlaşılan, şairlerin yazgısı hiçbir mekân ve zamanda değişmiyor.
Nâzım Hikmet'in Anadolu'da bir köy mezarlığında, bir çınarın altına
gömülmesini istemesi boşuna mıydı? Neyzen Tevfik boşuna mı "Hiçbir
şey istemem, yeter ki çalmasınlar mezar taşımı" diyordu?
Dileğim, yaşarken kıymetini pek bilemediğimiz şairlerimizin başlarına
böyle şeyler gelmemesi...