kapat
25.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 RAMAZAN
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Dindarlık tezahürü olarak toplumsal uzlaşma bilinci

İnsanlar İslam'ın özünün iman, dindarlığın simgesinin de ibadetler olduğunu yaygın olarak kabul ederler. Dindarlığın sadece bunlardan ibaret olduğu kanaati, fevkalade yanlış ve eksik bir anlayıştır. Çünkü İslamiyet yalnız bireysel hayatla ilgili değil, aile hayatından tutun ticari hayata, insan ilişkilerinden sosyal ödev ve sorumluluklara kadar varan diğer alanlarla ilgili olarak önemli ilkeler ve hükümler koymuş bir dindir. Bunların içinden ahlaki olanların önemli ve geniş bir yer tuttuğu bilinen bir gerçektir. Demek oluyor ki, dindarlığın iman ve ibadet alanının dışında da bazı göstergeleri vardır ki, bunlara da aynı derecede önem verilmesi gerekir. Olgun bir müslüman hem ibadetlerde yoğunlaşmalı hem de toplumsal alana ilişkin konularda da Kur'an-ı Kerim'de ve sahih sünnette yer alan hükümlere uyarak yüce Yaratıcıya bağlılığını göstermelidir.

Huzur ve saadeti bulmanın yolu
Sosyolojide insan toplumsal bir varlık olarak tanımlanır. Sosyolojinin bu görüşü İslam bilginlerince de kabul görmüştür. Topluma baktığımızda orada dünya hakkında değişik, fakat genellikle birbiriyle çatışma halinde olan insan ilgileri, özlem ve bakış açılarının olduğunu görmekteyiz. Bu karmaşık yapı içinde insan, huzur ve saadeti, kendisini toplumdan tecrit ederek değil, toplumun olumlu olumsuz şartlarıyla yüz yüze gelerek, hayat ve dünya ile hesaplaşarak aramalıdır. Hz. Peygamberin de ideal insanı, kendini toplumdan tecrit etmiş, dünyaya sırt çevirmiş bir varlık olarak değil, insanların içinde yaşabilen ve onlardan gelebilecek sıkıntılara katlanabilen bir varlık olarak tanıtmış, ayrıca imanı 60 küsur şubeye ayırarak, insanlara sıkıntı verecek şeyleri gidermenin, bu manada yol ortasında bulunan bir taşı kaldırmanın bu şubelerden birisi olduğu vurgulamıştır (Buhari, İman, 3).

İnsanın toplum hayatında gerçek huzuru yakalayabilmesi başkalarıyla uzlaşma, İslami tabirle ülfet etme başarısıyla doğru orantılıdır. Toplumsal uzlaşma bilinci yeterli düzeyde olmayan insanlar hem kendilerine hem de başkalarına yarardan çok zarar verirler.

Bu dünya herkese yeter
Hz. Peygamber başkalarıyla uzlaşma ve kaynaşma çabası göstermenin müslümanlar için bir ödev sorumluluk, aynı zamanda da bir dindarlık göstergesi olduğunu şu ifadelerle dile getirmiştir: "Mü'min ülfet eden (uzlaşıp, kaynaşan) insandır. Ülfet edemeyen ve kendisiyle ülfet edilemeyen insanda hayır yoktur" (Ahmet İbn Hanbel, Müsned, II, 400).

Toplumsal barış ve uzlaşmayı sağlayan faktörlerin başında din duygusu gelmektedir. İnsandaki din duygusu zıtlıkları önleyerek yardımlaşma ve dayanışmayı sağlamakta, kalpleri yumuşatmakta, düşmanlıkları sona erdirmektedir. Bugün din kaynaklı gibi gözüken ihtilaf ve kavgalar, gerçekte dinin öz esprisinden uzaklaşmanın bir göstergesidir.

Toplumsal uzlaşmada fertlerin kendileri dışındaki insanların varlığını kabul etme, onların hak hukukuna riayet etme ve onlara yüce Allah'ın birer eseri olarak sevgi besleyebilme bilinci çok önemlidir. Başkalarının varlığını ve haklarını görmezlikten gelmek, dinin öğretilerine ve ortak yaşam felsefesine temelden aykırıdır.

Dünya herkese yetecek kadar geniş imkanlara sahiptir. Yeter ki dünya nimetlerinden ortak bir şuur ve bilinç içerisinde yararlanmasını bilelim. Toplumsal uzlaşmanın alternatifi kaostur. Kur'an'ın fitne diye tabir ettiği kaos ise, toplum hayatının sonu demektir.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır