|
|
|
|
Tekkede şiş, ne iş
Bazı tarikat kollarında kızgın demiri dile sürmek, vücudu kesmek veya delmek suretiyle yapılan çarpıcı gösterilerin amacı tarikat inkârcılarına etkin cevaplar vermektir.
28 Şubat sürecinde Türkiye baştan başa irtica ve laiklik gerilimi içindeyken televizyonlarda zaman zaman şişli-bıçaklı zikir ayinleri görülmekteydi. Olayın kanlı-canlı magazin ihtiyacını karşılamaya yönelik parıltısını değerlendiren 'reyting' avcıları bu gösterilerin her tekrarında seyirci çekebildiğini biliyorlardı. Bazı tekkelerde 'burhan' adı altında geleneksel biçimde sürdürülen bu ürpertici gösteriler sırasında şişlenen veya bıçaklanan insanlara ne oluyordu? Hadiselere bakılırsa hiçbir şey olduğu yoktu. Zira üzerlerinde burhan uygulanan dervişlerin bedenlerinde meydana gelen geçici basit yaralanma kısa sürede etkisiz hale gelmekte, hiçbir sağlık sorunu yaşanmamaktaydı. Bu görüntüler gerçek olabilir miydi? Yoksa bütün olup biten sadece bir tür göz boyamaktan mı ibaretti? Ne var ki, yıllardır bilinen bu tarikat geleneği özellikle batılı araştırmacılar tarafından didik didik edilerek incelenmişti. Bütün ısrarlı çabalara rağmen gösterinin sahteci bir yanı keşfedilememiş, kimse bir hile bulup kanıtlayamamıştı.
Hani Yarası Derken Türkiye'ye Irak'tan yeni bir kaset daha geliyordu. 28 Şubat fırtınası ile birlikte tarikatlar mercek altına alınıp neredeyse bütün tasavvuf mensupları Ali Kalkancı ve Müslüm Gündüz ile bir tutulurken ortaya çıkan ve televizyonlardan yayınlanan kasette çok farklı bir 'burhan' örneğine tanık olunuyordu. İlk defa bir ateşli silahın bu tür bir gösteride kullanıldığı görüntülü olarak kayda geçmekteydi. Orada da kurşunlama olayının bir hileye dayandığı düşünülmüş ama böyle bir kanıt bulunamamıştı. Kurşun bir iz yapmış ama en küçük bir yara bırakmamıştı. Şüphesiz doğa ve akıl dışı sayarak bu gibi gösterilerin gerçek olamayacağında ısrar edenlerin çoğu hala aynı görüşü sürdürmektedirler. Ancak bu ve benzeri burhan örnekleri üzerinde sayısız inceleme yapan araştırmacıların olayı henüz çözemedikleri de bir gerçektir.
Nereden Geliyor? Bu olayla ilgili çok kesin tarihi verilere ve mekan kayıtlarına sahip değiliz. Ancak bu uygulamanın önce bazı Kadiri ve Rıfaı tarikat kollarında ortaya çıktığı genel kabul gören bir husustur. Bununla birlikte söz konusu gösterilerin çok eski bir mazisi olmadığını kabul etmek durumundayız. Kadirilikte daha çok ateşte akkor halegelecek kadar kızdırılmış demirin dile sürülmesi şeklinde gerçekleştirilen burhan uygulanırdı. 'Gül yalamak' denen bu burhanın amacı doğa olaylarının gerçek bir dervişe zarar veremeyeceğini, dolayısıyla tutulan yolun Allah katında hak olduğunu inkarcılara göstermeye çalışmaktır. Şişleme veya bıçaklama gibi uygulama ise daha çok Rıfaı kesiminde görülmektedir ki orada da amaç aynıdır. Muhtemeldir ki bu, tarikatlara karşı toplumda olumsuz bir dalganın estiği, ilmiye sınıfının etkisiyle halkın tekkeleri inkar ettiği dönemlerde doğal bir savunma yöntemidir. Ayrıca bir dönem Kuzey Afrika şeridi gibi bazı İslam beldelerinde çokça görülen bazı büyücü Hıristiyan keşişlerin kafa karıştırıcı gösterileri de etkenlerden biri olabilir. Sihirbazlık gösterileri yaparak İslm toplumlarında yeniden Hıristiyanlığı yaymaya çalışan bazı tarikat faaliyetleri de bu açıdan kayda değer bir veri olsa gerektir.
Yakın dönemin en önde gelen Kadiri şeyhlerinden biri olan Ömer Hüdai'nin 'burhan' uygulaması ile ilgili bir öykü, burhan denen gösterileri sufi gözüyle yorumlamak isteyenlere kolaylık sunabilir. Ömer Hüdai, Diyarbakır'da bir şeyhi ziyaret eder, tekkede zikir yapılır. Dervişler coşunca 'Burhan' isterler. Diyarbakırlı ev sahibi şeyh efendi 'gerekmez evladım burada inkarcı yok ki' der. Ancak dervişler ısrar edince şişleme sahnesi kurulur, bir kişinin üzerinde burhan uygulanır. Tabii olay başarılı bir örnektir, dervişleri daha da coşturmuştur. Sonrasında da Ömer Hüdai odun toplattırıp tutuşturur ve üç dervişine bu ateşin içinde zikir halkası kurdurur. Böylece iki şeyhin iki ayrı burhan uygulaması tamamlanır. Ömer Hüdai ev sahibi şeyhe döner ve şöyle der:
İşin Özü Gölgede... -Ne anladık bundan? Aramızda tarikatı inkar eden kimse yoktu ki. Allah üstüne sohbet edeceğimize, birbirimizin kalbindeki sevgi meşalesini yakacağımıza odun yaktık, eğlendik, neye yaradı? İlginçtir bugün hala bazı Kadiri ve Rıfai kollarda kızgın demir veya şiş gibi aletlerle 'burhan' uygulaması yapılır. Ancak yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar yaşayan Kadiri şeyhlerinden Tayyar Baba 'bu devirde işin özünü gölgelemeye başladığı' gerekçesiyle kendi dervişlerine 'burhan'ı yasaklamıştır.
Tekrarlanan harikalar Dün bu sütunlarda bölüm konusu olarak ele aldığımız 'keramet' ile ilgili değerlendirmeler ışığında 'burhan' nasıl yorumlanmalıdır? Şüphesiz bu sorunun cevabı tarikat olarak 'burhan'ı benimseyenlere göre başka, reddedenlere göre başkadır. Ancak 'keramet'in sistematik bir olağanüstülük olmadığı hususunda pek tartışma yoktur. Bir sufinin istediği an düzenli şekilde keramet göstermeyi adet haline getirmesi düşünülemez. Oysa burhan sistematik bir uygulamadır. Gerçi başarısız olunan deneyler az da olsa vardır ama bu esrarengiz sistem genellikle çalışır. Hatta dışarıdan bakıldığı zaman dini ve tasavvufi birikim açısından yeterli görünmeyen tekkelerde bile bu uygulama sistemli şekilde başarıyla tekrarlanabilmekte, insanlar acı çekmeden ve kalıcı hiçbir yara almadan mesela şişlenebilmektedir. Öyleyse 'burhan' bir tür 'sürekli keramet' mi olmaktadır? Hayır, burhan gösterme alışkanlığında olan dergahlar da bu sistemli çalışmayı kerametten farklı bir gerçeklik sayarlar. Ne var ki yine de sade insanlar açısından 'burhan' ile genel anlamdaki 'keramet'i ayırmak çok kolay değildir. İnsan ki büyüyü, falı ve medyumluğu da kerametle karıştırabilmekte, hatta herhangi bir harikaya kolayca 'mucize' diyebilmektedir.
Mevlana hiç sema etmedi mi? Tartışma Tarikatlardaki bazı uygulamalar sadece sufiliğin dışındaki çevreler tarafından reddedilmekle kalmaz, bazı tasavvuf akımlarınca da eleştirilirler. 'Burhan' denen ürpertici deney bunlardan biridir. Kaldı ki bazı tarikatlar, sufiliğin en yaygın görsel uygulamalarından biri olan 'sema'yı bile tasavvufa, hatta İslam'a aykırı buldurlar. Hazret-i Mevlana ile birlikte var olduğuna ilişkin geniş bir kabul bulunan sema (dönen derviş) gösterisi için bazı çevrelerde çok iddialı yargılar görülür: -Mevlana asla musiki dinlememiş ve sema etmemiştir.
Bu çevrelerin iddiasına göre dönmek ve müzik dinlemek Hazret-i Mevlana'dan sonra ona yakıştırılan ve uydurulan davranışlardır! Öyle görünüyor ki bu yaklaşımla 'müzik ve sema İslam'a aykırıdır' diyebilmek için Mevlana bir kenara çekilmek istenmekte, Mevlevilik ile önderi arasında karşıtlık veya en azından kopukluk bulunduğu izlenimi uyandırılmak istenmektedir.
Nasıl bilmezsin? Büyük bilgin Şa'biye bir soru sorulur, o da 'bilmiyorum' deyip susunca tepki görür. -Vay, senin gibi büyük alim sayılan biri bilmiyorum demekten utanmıyor mu? Şa'bi'nin cevabı şöyledir: -Melekler bizden daha terbiyeli ve daha alim olmalarına rağmen mutlak bir saygı ile 'Allah'ın bize öğrettiklerinden başka bildiğimiz bir şey yoktur' demekten utanmamışlardır.
Mal yerine din satma Abdullah İbni Mübarek kendi adına satıcılık yapan adamının 'salavat' getirdiğini görünce onu uyarır: -Sen Peygamber'e salavat getirerek malı övmüş oldun, açıkçası müşteri tavlamak için salavat getirdin. Bir daha yapma. Malının ucuz veya güzel olduğunu söyleme, sesini çıkarmadan satış yap. Mübarek'in bu sözleri, dini duyguları istismar ederek ticari çıkarını geliştirmeye çalışanlara yönelik genel bir uyarı olarak yorumlanır.
Önce temiz kazanç İncelik Büyük sufi Süfyan-ı Servi kendisine cemaatin en önünde, birinci safta namaz kılmanın değerini soran kişiye der ki: -Sen önce ekmeğini nereden temin ettiğine bak, helal lokma kazan ve ye, ondan sonra da istediğin yerde namaz kıl!
|
|
|
|
|