|
|
|
|
Tarikatlar ve siyaset ilişkisi
Tarikat önderleri ile devlet adamları arasında tarih boyu düşmanlık, dostluk ya da çıkar ilişkisine dayanan üç çeşit ilişki biçimi olmuştur.
Osmanlılar'ın Harcında Tarikat Var Şeyh Edebalı'nın damadı Osman Gazi ile başlayan devlet-tarikat ilişkisi son padişah Vahdettin'e kadar gelmiştir. Tarikatın baştaki olumlu katkıları sonra devletle birlikte çürür Tarikatların yan ürünü olarak ortaya çıkan türbe kültürü, İngilizler tarafından yakıcı bir silaha dönüşür. Ziyaretleri putseverliğe kanıt göstererek Araplar'ı Osmanlı'ya saldırtır.
Türkler'in tarikatla tanışması, hemen İslamlaşma sürecinin ilk dönemlerinde olmuştur. Bu tarihi dönüşümün başladığı coğrafyada doğup gelişen Türk Sufiliği oradan Anadolu'ya uzanır. Türkistanlı Ahmet Yesevi'nin oluşturduğu Yesevilik tarikatı için Fuat Köprülü 'Türk Sufiliği' nitelemesini kullanır. Anadolu'nun İslamlaşmasını büyük ölçüde şekillendiren Horasan Erenleri akımının çıkış noktası Yesevilik, Türk dünyasını bütünüyle etkilemiş bir tarikattır.
Horasan Erenleri Sayısız sade veya karmaşık öyküden oluşan bu muazzam manevi fetih dalgasının etkileri günümüzde de güçlü bir şekilde sürmektedir. Ancak bu büyük tarikat macerası bütün kolları ve dalları ile sürekli düz bir çizgide akıp gitmez. Başka coğrafyalardaki gibi Türkler'in yaşadığı alanlarda da tarikatlar arası çatışmalar yaşanır, bazen iç savaşların cepheleri arasında farklı eğilimdeki şeyhler birbirlerine karşı saf tutar. Sözgelimi 1237'deki Malya savaşı gibi. Anadolu Selçuklu devletini sarsan Babai isyanlarının bu son kanlı çatışmasında Sultan Alaattin Keykubat'ın safında ve manevi desteğinde şehirli tarikat büyükleri ve Sufiler vardır. Buna karşılık isyan eden kırsalın Türkmenler'in başında birçok Horasan Ereni bulunmaktadır. Malya'da kan gövdeyi götürmüş, Türkmen Türkmen'i kırmış, Anadolu'daki Sünni-Alevi ayrılığının temeli orada atılmıştır. Bunun içindir ki Elvan Çelebi kayıt düşmüş: -Sen seni kırdun u beni sanma.
Şeyh Soylu Şah Bazen aynı tarikatın uzantıları bile nice dolambaçlı yollardan geçip öz gönüldaşlarına kutup haline gelebilir. Safeviye tarikatının macerası bu tür olaylar için son derece düşündürücü bir örnektir: Safiyuddin Erdebili tarafından oluşturulan Safeviye tarikatı, Bayramiye, Ebheriye ve Haydariye adlarıyla üç kola ayrılmıştır. Sünni olan bu kollardan Bayramiye'nin şeyhi ünlü Hacı Bayram Ankara'yı mekân tutup Osmanlı Sultanı II. Murat'ın saygı ve dostluğunu kazanır. Yine aynı Şeyh Safiyuddin'in soyundan Şeyh Cüneyt önceleri Sünni bir Sufi olarak Konya'ya gelip Sadrettin Konevi'ye intisap eder. Ancak bir süre sonra Sünni anlayışla bağdaşmayan fikirler dile getirince ilişki ayrılmak zorunda kalır. Uzun Hasan'a sığınan Cüneyt onun kız kardeşi ile evlenip Safevi tarikatının doğduğu Erdebil kentine döner. Daha sonra Şamah beyi Halil ile girdiği çatışmada yenilen Cüneyt idam edilir. Ölümünden bir ay sonra dünyaya gelen ve Haydar adı verilen oğlunun oğlu İsmail, Akkoyunlu devletini yıkar ve atası şeyh Safiyuddin Erdebili'nin hatırasına kurduğu yeni devlete Safeviye adını verir. Malya ovasında gördüğümüz Türkmen'in Türkmen kırımını daha büyük ölçeğiyle yaklaşık üç yüz yıl sonra (1514) Çaldıran'da görürüz. Bu sefer iki Türk devleti ve iki Türk hakanı Yavuz Selim ile Şah İsmail savaşır. Üstelik bu savaşa doğru yaşanan karşılıklı kırımların derin izleri ile birlikte Anadolu'da arada bir kanatılan yara olarak Sünni-Alevi farklılaşması kemikleşmeye başlar.
I. Murat'ın Şeyhliği Osmanlı devleti başlangıçtan itibaren tarikatla içli dışlıdır. Bizzat kurucu padişah Osman Gazi ile Ahi şeyhi olan Edebalı'nın arasındaki damat-kayınpeder ilişkisinin ötesinde manevi bağ devletin yapılanışındaki tarikat mayasını ortaya koyar. Ahi şeyhi olarak kuşak kuşanan ve bunu daha sonra Gelibolulu Şeyh Ahi Musa'ya kendi eliyle veren I. Murat, Osmanlı'nın ilk ve tek 'Sultan Şeyh'i de sayılır. Bektaşiliğin Yeniçeri ocağı için adeta resmi tarikatı haline gelişi, Mevleviliğin orta ve üst tabakada etkinleşmesi, Nakşiliğin ilmiye sınıfında itibar görmesi ve Kadiriliğin türlü kollarıyla geniş halk kitlelerini kuşatması Osmanlı imparatorluğundaki Sufilik haritasının ana hatlarını oluşturur. Şüphesiz devletin tarikatlarla bu derece içli-dışlı olması zaman zaman ağır sorunlara yol açmamış değildir. Sözgelimi 14. yüzyıl başlarında patlak veren Şeyh Bedreddin'in isyanı Anadolu ve Rumeli'de dehşetli bir ihtilal girişimine dönüşmüştür. Bununla birlikte padişahlarla şeyhlerin ilişkileri genellikle olumlu seyretmiştir. Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul fethi sırasında Hacı Bayram Veli'nin halifelerinden Akşemsettin ile Akbıyık'ı beraberinde bulundurduğu bilinmektedir.
Devletle Çöktü Bu tür dostluklar hemen hemen kesintisiz olarak son padişah Vahdettin'e kadar gelmiştir. Ordunun manevi gücünü yükseltmede her zaman büyük katkıları olan tarikatların Osmanlı'nın çöküşünde pek cilveli bir yerleri vardır. Bilindiği gibi imparatorluğun her tarafında sayısız tekke, dergâh, zâviye ve türbe bulunmaktadır. İngiliz gizli servisi Araplar'ı Osmanlı'ya karşı ayaklandırma yolunda en etkili silahı bu alandan edinir. Mezhepsi bir akım olarak Arap dünyasında Vehabiliği tezgahlayan İngilizler daha sonraları bu inanıştakilerin keskin tarikat karşıtlığından azami ölçüde yararlanmışlardır. 'Kul ile Allah arasına şeyhi sokmak Yaratıcıya ortak koşmaktır' şeklindeki yargıyı kullanan İngilizler Araplar'ı Müslüman Osmanlı'ya değil, dinden çıkmış, müşrik veya putperest olmuş Türkler'e karşı ayaklandırmışlardır. Bunu başarabilmek için şeyhmürit ilişkisindeki sıkı manevi teslimiyet geleneğini ustaca istismar eden İngiliz casusları büyük yalanlarla Araplar'ın beynini yıkamışlardır. Bu propagandalar esnasında özellikle türbelerde halkın mum yakıp çaput bağlaması gibi davranışları gerekçe göstererek Türkler'in Müslüman olmadıkları vurgulanmıştır. Osmanlı'nın kuruluş ve gelişmesinde büyük payı bulunan tarikatların gidişatı da devletinki ile aynı olmuştur. Devletle beraber tarikatların çoğu çürümüş, tayinle olabilen 'resmi şeyhlik' (Meşayih-i Rüsum) gibi gariplikler sonucu sufi kültür gerilemiştir. Bu dönemde sayılı birkaç tekke hariç hemen hemen bütün tarikat kurumları bin bir zaaf içindedirler. Sufilik artık sadece miskinlik gibi algılanmaya ve yaşanmaya başlamıştır.
|
|
|
|
|