|
|
Buğday birası eşliğinde limonlu tart
Mehmet Gürs gibi mutfak ustaları, gurmelere, biranın yemeklere ne kadar iyi uyum sağlayabildiğini kanıtlıyor. Yemekseverler yepyeni lezzet yolculuklarına hazır olun. Biranın farklı lezzetlerle uyumunu gösteren mönüler hazırlanacak
Gittiğim davetlerde yediğim yemekleri yazmaktan hoşlanmam. Çünkü küçük bir grubun tattığı, başkalarının ulaşabilme olanağı bulunmayan o yemekleri göklere çıkarmak hoş değil. Okuyanların önce ağzını sulandırsa da, kendileri tadamayacakları için bu yemeklere duyulan ilgi, yerini kızgınlığa, tepkiye bırakır. Teoman Hünal ile Mehmet Gürs'ün geçen ay Tepebaşı'ndaki Mikla restoranda verdikleri daveti, bazı meslektaşlarım okurlarına anlattıkları halde, ben sizlere aktarmadım. Türkiye'de The North Shield'lar ile kaliteli İngiliz pub'larını yayan, malt viskileri içkiseverlerle tanıştıran Teoman Hünal, bu kez dünyaca ünlü üç birayı getirmiş. Farklı mutfak konseptlerini uygulayan başarılı restoranların sahibi, şef Mehmet Gürs de o biralarla mükemmel biçimde uyum sağlayan, çok özel yemekler hazırlamış.
İSLİ BİRA DA YAKINDA GELİYOR Örneğin Almanya'nın Bamberg kentinde 14. yüzyıldan beri yapılan, şişesinin etiketindeki yazılar bile bugün kullanılmayan Gotik harflerle yazılmış Schlenkerla Rauchbier, yemeğin ilk birasıydı. Rauchbier, tütsülenmiş bira anlamına geliyor. Zaten bira da is kokuyor ve ilk yudumda yadırgansa da, tıpkı füme balık, isli Çerkez peyniri gibi, kısa sürede insanı fethediyor. Mehmet Gürs bu biranın yanında, pişirilme sırasında tütsülenmiş bir somon balığı yemeği düşünmüştü. İki füme tat birbirini bütünlüyor, ortaya umulmadık bir lezzet ve aroma sinerjisi çıkıyordu. Ana yemek Amerikan usulü dev bir ızgara biftekti. Bunun yanında New York'un ünü dünyayı sarmış Brooklyn firmasının Lager tipi birası ikram edildi. Bu güçlü, gövdeli bira da etin yanına çok iyi bir kırmızı şarap kadar yakışmıştı. Son olarak sıcak çikolata mus ve yanında çikolatalı dondurma ile yine Brooklyn firmasının bu kez Black Chocolate Stout birası ikram edildi. Adından da anlaşılacağı gibi, simsiyah, içinde yoğun çikolata, meyan kökü aromaları algılanan ve dünyanın en iyi biraları listelerinde hep en üst sıralarda yer alan bu biranın çikolatalı tatlılar ile uyumu ise inanılmazdı. Bu daveti bugüne dek yazmadığım halde bugünkü yazımda değinmemin bir nedeni var. O günkü davet, şimdilik tekrarlanması mümkün olmayan bir ziyafetti. Zira Brooklyn Lager dışındakiler; yani isli bira da, siyah Brooklyn birası da henüz ithal edilmiyor. Büyük olasılıkla bu yıl içinde resmi ithal işlemlerinin tamamlanması bekleniyor. Mehmet Gürs bu davet duyulunca öylesine talep almış ki Tepebaşı'ndaki Lokanta'da 15 Nisan'a kadar sürecek 'Lokanta'da Bira' başlıklı bir mönü hazırlamış. Artık isteyen herkesin ulaşabileceği bu yemekleri de yine küçük bir grup meslektaşım ile birlikte tatma fırsatı buldum. Önce şunu belirteyim, bu bira-yemek eşleştirmesi bir yana, restoranın bira listesinde tam 21 çeşit bira var. Başka deyişle, Türkiye'de bulunan bütün biralar Lokanta'da görücüye çıkarılmış. Beş değişik bira ile beş değişik yemeğin sunulduğu mönünün ilk ayağını bir tür karides çorbası, 'karides bisque' oluşturuyor. Bu koyuca çorbanın yanında Türkiye'nin mikro ölçekte ilk birasını üreten Taps'ın bir süredir şişelenerek de satılan Taps Kölsch'ü sunuldu. Kölsch, Almanya'nın Köln kentine özgü, hafif ve zarif aromalı bir bira türü. Bu çok lezzetli çorbaya yakışmıştı.
BEYAZ ŞARABI ARATMADI İkinci yemek olan Pilsner birası buharında pişmiş tarak, yanında Çek Cumhuriyeti'nin nefis Budweiser Pilsner birası ile servis edildi. Bu, Amerikan Budweiser'ından çok farklı, kremamsı köpüğü olan ve ülkemize de epeydir ithal edilen bira; bu yemeğin yanında beyaz şarabı aratmadı. Üçüncü yemek ince dilimlenmiş çiğ süt danası, kavrulmuş çam fıstığı ve karışık yeşilliklerden bir araya getirilmişti. Yabancı adıyla 'dana carpaccio' olan bu yemeğin yanına, ilk davette de ana yemeği başarıyla dengeleyen mükemmel Amerikan birası Brooklyn Lager düşünülmüştü. Yemek de, bira da kendi başlarına mükemmel oldukları gibi, birlikte de çok hoş bir uyum sergilemişlerdi. Yemeğin sonuna yaklaşırken bu kez sofraya biberiyeli kurufasulye garnitürlü, yine biberiye ve sarımsak ile 'confit' tekniği ile çok uzun sürede kendi yağı içinde pişirilmiş kıvırcık kuzusunun inciği getirildi. Bununla birlikte de geçtiğimiz günlerde ithal edilmeye başlanan 'ale' tipinde ilk İskoç birası, Belhaven St. Andrews Ale sunuldu. İstanbul'da bir restoranda Britanya adalarına özgü çok kaliteli bir 'ale' yudumlamanın keyfi yanında, böylesine mükemmel bir et yemeği ile sağladığı uyumu yaşamak da büyük mutluluktu. Bir ziyafetin en önemli ayağı, son tadılacak olan tatlıdır. Burada da Mehmet Gürs, altta ince bir bisküvi tabakası, üstünde bir tür limonlu 'krem brüle'yi andıran 'karamelize olmuş limonlu tart' hazırlamış, bunun yanına da, Türkiye'nin ilk buğday birası, bu yılın başlarında Efes tarafından piyasaya verilen Gusta'yı uygun görmüştü. Limonlu bir tart ile buğday birasının bu kadar birbirlerine yakışacağını tatmadan önce söyleseler inanmazdım; olağanüstüydü.
|