İnsanlar davranışlarını kime bakarak oluşturur, düşüncelerini neye bakarak seslendirir? Bu bakımdan iki
"Çevre" vardır davranışları ve sözleri etkileyen.
Birinci çevre toplumdur, geleneklerdir, ahlaktır, hukuktur, dindir, tarihtir, coğrafyadır...
İkinci çevre ise ailedir, mahalledir, okuldur, meslektir, arkadaşlardır...
Rahmetli Turan Güneş'in
"Biz siyasetçiler başka insanlara benzemeyiz: vücut salgılarımız farklıdır" sözünden giderek, siyasetçilerin davranışlarını ve sözlerini etkileyen 3'üncü bir
"Çevre" den de bahsetmemiz gerekiyor.
Bu çevreye
"Siyasi rakipler" diyebiliriz.
Ne yazık ki bazı siyasetçiler, rakiplerinden oluşan çevreye göre davranışlarını ve söylemlerini şekillendirirlerken, seçimlerini her zaman doğru yapamıyorlar. Çünkü özellikle iktidarda bulunan siyasetçilerin rakipleri sadece içerideki muhalefet partilerinin sözcüleri değildir. İktidardaki siyasetçiler ülkelerinin sorumluluğunu da taşıdıkları için, ülkenin çıkarlarını ilgilendiren sayısız konuda, dünyadaki diğer ülkelerin iktidar sahipleri de onların rakipleri konumundadırlar.
Siz içerideki rakiplerinize laf yetiştirmeye çalışırken veya onlardan ürktüğünüz için düşündüklerinizi değil kulağa hoş gelecek sözleri söylerken, dış dünyadaki rakiplerinizin eline sizin ülkeniz aleyhine kullanılmaya müsait kozlar verebilirsiniz.
İç çevreden ürkmek Türkiye'nin siyasetinde buna örnek verilecek sayısız durum var.
Türkiye'nin sorunlarına çözüm üretmek yerine
"Çevre" den ürküp bu çözümleri ertelemek ve bu sorunları
Türkiye'nin kriz stokuna atmak, bizim siyasetçilerimizin en alışılmış davranışları arasında değil midir?
Ne yazık ki son iki genel seçimde tek başına iktidar olacak yeterlilikte oy alan AK Parti'nin siyasi zaferinin mimarı Tayyip Erdoğan da, belirli süredir dış dünyaya bakarken, aklı içerideki siyasi rakiplerine takık biçimde davranışlarını ve söylemlerini oluşturmaktadır. AB'ye yaklaşımı, ABD ile ilişkilerindeki tutumu,
Türkiye'nin komşuları ile kurduğu diyaloglar, Kıbrıs'a, Ermenistan'a ilişkin çözümleri ilk elde Erdoğan'ın dış konjonktürü iyi algıladığı ve
Türkiye'yi sorunlarını çözmüş bir ülke olarak geleceğe taşıdığı izlenimini vermekte.
Ama bütün bu konuların şu anda çözümsüzlüğe kilitlenmiş olduklarına baktığınız zaman, Erdoğan'ın iç çevreye veya sadece Deniz Baykal'a kulak vererek bir noktadan sonra dış dünyayı umursamamaya başladığı yargısına varabilirsiniz. Buna son örnek, Ermenistan'la ilişkilere yaklaşımdan ve ABD Başkanı Obama'nın
"Büyük Felaket" içerikli 24 Nisan Mesajı'na Erdoğan'ın verdiği tepkiden gösterilebilir.
Obama ve Erdoğan Neticede TürkiyeErmenistan arasındaki sorunların çözümü yolunda atılan adımlar, Erdoğan Hükümeti'nin dış konjonktürü doğru algıladığının bir göstergesiydi.
Aynı şekilde ABD Başkanı Obama'nın
Türkiye ziyareti de, bu hükümetin dış politikasının doğruluğunun ve ağırlığının dünya ölçeğinde kabul edildiğinin kanıtıydı. Ama Obama'nın 24 Nisan Mesajı'na Başbakan Erdoğan'ın verdiği tepki, dış dünyanın gerçeklerine değil, Erdoğan'ın Baykal veya muhalifleri karşısında köşeye sıkışmış görüntüde olmaktan kaçmaya çalışmasına değin endişeler taşıyordu.
Daha önce Kıbrıs'ta Annan Planı'nın
"Gecikmeli" kabulü de böyle olmamış mıydı?
Avrupa Birliği için gerekli reformların askıya alınması da böyle değil miydi?
24 Nisan Mesajı ertesinde doğan ObamaErdoğan uyumsuzluğunu, Taraf'taki Murat Belge'nin yorumuyla özetleyelim:
Murat Belge'nin gözlemleri - Ne demesini bekliyordu, Obama'nın?
"Ben yanılmışım. Meğer böyle bir kıyım olmamış. Türkiye'ye gittiğimde Cumhurbaşkanı, Başbakan bana anlattılar: 1915'te Ermeniler Türkler'e kıyım uygulamış, yüz binlerce Türk'ü öldürmüşler..." 24 Nisan'da Obama'nın bunları söylemesini mi bekliyordu?
- Bu
"hiddet" gösterileri,
"okşama" edebiyatı, Başbakan'ın yardan da, serden de vazgeçmeme isteğinin sonucu değilse (Azerbaycan'ın, Aliyev'in tavrı,
Türkiye'deki milliyetçi cephenin tahrikatı vb.),
"kabul edilemez tarih yorumu" gibi sözler, burada yansıyan tavır, epey vahim.
"İlgisiz ülkeler durumdan vazife çıkartmaktan vazgeçsin" sözü, bayağı endişe verici bir zihin yapısının işareti.
"İlgisiz ülke" falan yok artık, şu yaşadığımız dünyada. Bu zihin yapısının yapacağı işler, Obama'nın umduğu ve beklediği olumlu gelişmenin gerçekleşme şansının da bir hayli düşük olduğu anlamına gelebilir.
-
Türkiye'nin geleneksel izolasyonist dış politikası, bana çok sevimsiz ve tabii acınası derecede edilgin gelirdi. Dünyayı ilgilendiren en önemli konularda tarafsız kalmaya çalışırsın, ona karışmazsın, buna karışmazsın. Batı ittifakının dışına düşmemeye özen gösterirsin bir tek... Onun için Cezayir aleyhine bile oy kullanırsın... AKP'nin bu kısırlıktan çıkma çabaları, dolayısıyla, olumlu görünmüştü. Ama biz bu eda ve tavırla uluslararası podyumlarda boy göstermeye hazırlanıyorsak, eyvah ki eyvah. İç politikada, Deniz Baykal misali, endazesiz ve sorumsuz politikacılarla laf yarıştırmaya benzemez bu iş...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 29 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/29//haber,AC5031905E8F4F1D896157C62B93B3CA.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.