Her şeye ya
"Ak" ya da
"Kara" demenin bir çocukluk hastalığı olduğunu zannetmiştim üniversite yıllarında. O zamanlar ya
"Solcu" yahut
"Sağcı" olurdunuz.
Eğer karşınızdaki kişi sizinle aynı dünya görüşünü paylaşmıyorsa, onun söylediklerini tümden reddederdiniz.
Neticede solculuk da sağcılık da 1961 Anayasası ile korkmadan açıklanabilir hale gelmişlerdi.
Toplum 2'nci Meşrutiyet'in alışılmış kamplaşmalarına ve tartışmalarına yarım yüzyıllık aradan sonra yeniden kendini kaptırmıştı. Aradaki kayıp yıllarda işin özü unutturulduğu için, 1960'ların kadroları her şeye sıfırdan başlamak durumundaydılar.
Biraz zaman geçince her konunun ve hatta her ideolojinin ak ve kara dışındaki renklerle de ele alınabileceği anlaşıldı.
Bu yolun başında sağcıların
"O solcudur" diye reddettikleri isimlerin söylemlerindeki ayrıntılara inilince, ideolojik semaları kararsızlık bulutları kapladı.
Acaba Kemal Tahir veya İdris Küçükömer solcu muydu, sağcı mıydı?
Kendilerini hem sağcı ve hem de
"Muhafazakâr Milliyetçi" olarak niteleyen partilere, neden en fazla emekçi kitleler ve yoksullar oy vermekteydi?
Sadece İnönü'nün ve sonra da Ecevit'in söylediklerinin tümü tartışılmaz doğruları mı içeriyordu?
Hangi sol? Türkiye'de solu CHP temsil ediyorsa, Mehmet Ali Aybar'ın TİP'inin yeri neresiydi?
"Prag Baharı" Sovyetler'in Kızılordu'su tarafından bastırıldığında buna TİP karşı çıktığına göre, solun tümü demek Moskova yanlısı olmak durumunda değildi.
Demek TKP ile TİP aynı konumdaki örgütler değildi.
Ayrıca Süleyman Demirel'in söyledikleri de yaptıkları da tümden yanlış olmamalıydı.
Gelişmiş ve özgür dünyanın çok uzun yıllar önce farkına vardığı evrensel gerçekleri, biz 1960'tan sonra öğrenmeye başladık kısacası.
Çünkü zihinlerimizdeki
"Demir Perde" olan
"Soğuk Savaş", evrensel gerçekleri kavrama yeteneğimizi körleştirmişti.
Aradan geçen yıllarda
"Merkez"in oynak hale geldiğini de öğrendik.
İnsanları doktriner ideolojik kalıplar içinde kategorize etmenin yanlış olduğunu da anladık.
Sol ve sağ yerine laikçi-şeriatçı kamplaşmasına yönlenmeyi denedik.
Ama bu da fazla tutmadı.
Çünkü toplumun tabanında bu tür kamplaşmalara ve karşılıklı nefretlere duyulan bir özlem yoktu.
Tepedekilerin iktidara sahip olmak için birbirleriyle tepişmeleri, toplum katında sadece izleniyordu.
Yeni kamplaşma Şimdi yine bir kamplaşma denemesi yaşamaktayız.
"Ergenekon" adı verilen davaya karşı ve taraftar olanlar, bu kamplaşmanın mimarları konumundalar.
İşin özünün
"Darbe"ye taraftar ya da karşı olmak çizgisinde oluşması gerekiyor.
Oysa gerek iç dinamikler gerekse dış konjonktür, askerleri bile darbeye karşı konuma getirdi. Şimdi darbe yanlıları olarak sadece siviller ve bazı emekli askerler odakta görülüyor.
Halk kitleleri artık deneyimli.
Halk kitleleri kampların kavgalarını değil bu davanın sonucunu bekliyor.
Artık herkes biliyor ki, Türkan Saylan'ın da, Fethullah Gülen'in de tüm söylemleri yanlış olamaz.
Tarafların birbirlerine
"Sen Hıristiyan misyonerisin" veya
"Sen İslam misyonerisin" diye suçlama yöneltmeleri değil, eğitime verebildikleri katkı önemli ve değerlidir.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 24 Nisan 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/24//haber,7128F6E5630E48FB936CBBE0EBF540AB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.