Ekonomideki küçülme, küresel krizin
Türkiye'de
ete kemiğe bürünmüş halinden başka bir şey değil.
Sanayici, hacminin dörtte birini kaybetmiş durumda. Üretici, daralan pazar karşısında ne yapacağını bilmiyor.
Krizlerin
elsiz ve dilsiz kurbanları işsizler ise giderek "
toplum vicdanının kapsama alanı" dışına itiliyor.
Buna kriz deniyor zaten. Kriz deniyor ama
krizin şekil değiştirmeye başladığı da fark ediliyor.
Küresel finansın çökmesinin ardından gelen ilk dalgada hemen herkes,
içine kapanarak bu fırtınanın geçmesini bekledi. Geçmeyince, kafayı azıcık kaldırıp, "
beni teğet geçer mi" hesabı yapılmaya başlandı.
Korku dağları beklermiş. Kriz korkusu meğer
işsiz kalacakları bekliyormuş.
Şu anda
3 milyon 750 bin insanımız kayıtlı işsiz durumda. Kayıt dışı istihdamı da katarsanız bu sayının en az 2 katına çıkabiliyor.
Tam da bu hengamede G20'ler zirvesi, "
küresel krizi bitirmek için" hemen her türlü çareyi tartışıyor, her şeyi baştan ayağa değiştirmeyi konuşuyor.
Ancak genel tutum "
aynı kalmak adına her şeyi değiştirmek" olunca, çare üretilemiyor. Londra sokaklarında zirve aleyhtarı gösteriler bir yana olan bitene baktığımızda, ortak bir
akıl tutulmasının yaşandığına tanık oluyoruz. Gelinen noktadaki bu tutulmayı, "
benim dışımda herkes külfetini ödesin ve bu kriz bitsin" cümlesiyle tanımlıyorum.
Önce uluslarüstü kurumlara bakalım; G20 platformu liderleri "
IMF'nin kaynağını yarım trilyon dolar artırıp 750 milyar dolara çıkaralım" derken, zaten sorunun kaynağı sistemi "
acaba nasıl sürdürebilirim" arayışında.
IMF, "
insansız ekonomi" reçetesini, mümkünse hiçbir bedel ödemeden "
Türkiye'ye dayatabilir miyim?" ısrarında.
Amerika, kendi derdinde ve konut kredisinden başlayan
krizin kredi kartı çöküşüne yol açmaması için dua derdinde.
Türkiye mi? Seçimi geride bırakıp
bir bahaneyi daha kaybetmenin şaşkınlığında.
Fakat burada dikkatimi çeken, çareyi "
ötekinde" arayıp
kendi alışkanlığını sorgulamayanların aymazlığıdır.
Einstein, "
bir sorun zaten onu var eden anlayış düzleminde çözülemez" derken, tam da bunu kastediyordu.
Krize karşı tedbir önerilerine bakıyoruz; sanayici, "
destek şart, yoksa..." tehdidiyle kurtulmaya çalışıyor.
Üretici, "
bu girdilerle üretim olmaz, yoksa..." yaklaşımında.
Büyükler "
IMF ile anlaşılsın, gelen para bize verilsin, borçlu olduğumuz yabancılara ayıp olmasın" derdinde.
KOBİ'leri zaten adam yerine koyan yok. Küçücük destekle işini ve istihdamını koruyabilecek durumdaki şirketleri de bankaların "
şefkatten uzak " kollarına terk ettik. Şimdi manzaraya bir de bu açıdan bakalım;
konut fiyatları hâlâ kriz öncesi yüksek seviyesini koruyor. Konut üretenler, bıçak gibi kesilen satışlara rağmen
hak ettiği (!) rantı asla bırakmıyor.
Firmalar, müşterilerine kaynak aktarılsın ki malları satılsın söyleminde ancak kendi üretip sattıkları malların
niteliğini, niceliğini sorgulamıyor.
Odalar Birliği canlandırma tedbirleri ve tüketiciyi desteklemeye devam edilmesini talep ederken 1 milyon 300 bin üyesinin
verimliliğini sorgulamayı aklına dahi getirmiyor.
Bankalar "
kârımız düşmesin yoksa..." tehdidi ile 2001'de yarattıkları kâbusa gönderme yapıyor.
Peki bu kriz, kimin krizi? Bana göre krizin içinden başka bir kriz doğmuş durumda.
Ben buna "
anlayış krizi" diyorum.
Anlayış krizini ben "
çözümü, kendi sorumluluk alanı dışına öteleyenlerin tutumu" olarak tanımlıyorum.
Belli ki bu kriz, anlayışlar değişmeden sona ermeyecek. IMF ve G-20'lerin global açılımları belki çözüm için uygun zemin oluşturacak fakat kriz bana göre artık "
kişiselleşmiştir" ve herkesin, her kesimin "
çözüm" oluşturması şarttır.
Yıkılası anlayış "
müşterime kaynak aktar, benim ürünümü almaya devam etsin, ben kârımı koruyayım" yaklaşımında yatıyor zaten. Krizi fırsata dönüştürme sözünü, "
yenilikçilik, buluşçuluk, yönetim iyileştirmesi, verimlilik" olarak görmek yerine "
herkes krizde ama ben aynı kalayım, malı götüreyim" diye anlayanlar hâlâ çoğunlukta.
Bu arada; söz krizden açılmışken, bu krizin elsiz ve dilsiz kurbanları işsizler için
TOBB, TÜSİAD, MÜSİAD, dolar milyarderi
sendikalar ve o çok fiyakalı
STK'lar, bir şeyler yapmayı akıl etmeyi düşünür mü?
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 3 Nisan 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/03//haber,A98F249ACEB54176B820FDF01D586EAD.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.