Bu yazıyı pazar sabahı saat on sularında yazmaktayım, bitirince çıkıp oy vermeye gideceğim. Oradan da bizim hanımla ve komşu dostlarımızla yemeğe gideceğiz, içki yasak ama ne yapalım... Kuru kuru yer kalkarız, bugünlük de böyle olsun.
Oyumu kimseye açıklayacak kadar densiz olmadığım için, buraya da yazmıyorum. Kimin kime oy verdiği de beni ilgilendirmez, benim kime oy verdiğim de kimseyi... Öyle, bir yazısıyla bilmemkaç bin kişinin oyunu şu yönde ya da bu yönde etkilediğini sanan
"büyük adamlardan" da değilim. Tam tersine,
"şuna verin buna vermeyin" dediğim için şuna verip buna vermeyecek okurun aklına şaşayım!... Hiç mi kafası çalışmıyor da benim ağzımın içine bakıyor?
Fakat yazı, pazartesi sabahı elinize geçecek, herşey de olup bitmiş bulunacak.
Şu anda herhangi bir yorum yapmam mümkün değil, sandıklarda oy verme işlemi daha yeni başladı... Akşam saatlerini, en azından sekizi dokuzu bekleyip öyle yazmak gerekir, baskıya yetişmez. Üçüncü sayfa erken bağlanıyor. Kimse de benim kara gözlerimin ya da derin fikirlerimin hatırı için baskıyı bekletmez, para yazıyor.
Öyleyse niçin çiçeklerden böceklerden, yeni çıkan filmlerden falan sözetmiyorum? Başka konu mu yok?
Hegel'e bir
"nazire" yapmama izin verirseniz, onun
"Zeitgeist" yani
"zamanın ruhu" kavramı gibi,
"Tagesgeist" a, yani
"günün ruhuna" uymaz da ondan.
Herkesin aklı fikri seçimde ve sonuçlarında olacağından, yazının
"kralını" yazsam kaynar gider. Af buyurun, davulcu yellenmesi gibi kalır.
Yoksa ben de isterdim şöyle
"afili" bir başlık atıp altına da döşenmek...
Acaba bu başlık,
"Beni hatırladınız mı, düdük makarnaları?" gibi bir soru mu olurdu? (Onlar kendilerini bilirler.)
Yoksa,
"N'ooldi?... Rengin soldi!" gibi bir muhallebici Dursun özdeyişi mi? (Onlar da kendilerini bilirler.)
Çok zayıf bir ihtimalle
"bu sefer moraran ben oldum sayın okuyucular" gibilerden bir günah çıkartma mı yoksa?
Bunların hepsi boş laf. Çünkü, birinci sayfayı okudunuz, üstelik dün gece kanal kanal
"zaplayarak" açılan sandıkları sıcağı sıcağına izlediniz, sonuçları biliyorsunuz. Ben şu anda bilmiyorum.
Hay Allah, biz de
"Internet gazeteciliğine" mi geçsek yahu?
Yazardım akşamdan, anında yayınlanırdı, canı isteyen
"tıklar" bakardı...
Ama o işte de para yok be kardeşim... İki katın bir dükkânın olacak ki sen de zevk için çalışacaksın...
İşin kötüsü, yarın da yazı günüm değil. Sizinle ancak çarşamba sabahı yeniden görüşebiliriz. O arada belki mazbatalar bile dağıtılır.
Daha iyi, herkes eteğindeki taşı döksün, her kafadan çıkacak olan ses çıksın, ortalık yatışsın, at izi it izinden ayrılsın, biz öyle konuşuruz. Daha sağlıklı. Hiç de sevmem öyle sıcağı sıcağına laf yumurtlamayı. Eskiden seçim akşamları beni televizyona çıkarırlardı, saat daha on dokuz on beş, açılan sandık sayısı daha sekiz yüz kırk beş, hadi yorum yap!
"Reyting almak için beni kullanıyorlar" diyemezdim seyirciye... O seçim gecelerinin körü de ayrı derttir, canın sıkılır, karnın acıkır, çişin gelir, gözünden uyku akar, ille susmayacaksın, bıcır bıcır konuşacaksın...
Fakat farkındaysanız efendim, bugün bendeniz de bazı büyük Babıali ustaları gibi hiçbir şey söylemeden koca bir köşeyi doldurmayı başardım. Yazarınızın bazı
"hasletlerini" de yabana atmayınız! Bizi de buraya kasap çıraklığından alıp koymadılar ya...
Numara yapıyorum, aslında çok şey söyledim.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 30 Mart 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/30//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.