Açlık filminin galası için, Diyarbakır'dayız. Filmi Türkiye'ye getiren isimlerden, Özcan Alper imzalı Sonbahar filmi yapımcısı Serkan Acar ve Diyarbakır Sanat Merkezi (DSM) katkılarıyla kente gelen duyurular her tarafa asılı. DSM DiyarGaleria Avrupa Sinemasının önü, heyecanlı bir izleyici kalabalığının kıpırtısıyla farklı bir gün yaşıyor. Zira, Diyarbakır 5 No'lu Cezaevi'nin konukları, tanıkları, dinleyicileri onlar. Filmin galasında davetlilerin yanı sıra, kapının önünde bekleyenler kimliklerini 'tutuklu yakını' diye açıklıyor ve onlara göre, bu kimlik filmin öncelikli olarak izlenmesi için yeter sebep. Sanki, senelerden 1981, kentlerden Belfast değil de; 1983'ün Eylül'ü ve Diyarbakır'ın gri, puslu, kuşkuya ve korkuya kesmiş o günleri çıkacak karşılarına. Ölüm orucundaki oğluna "Bir daha hiç ağlamayacağım," sözünü verdikten sonra, gözünden tek damla akıtmamış Sakine Arat, cezaevi kapısındaki günleri anımsıyor, filmde Sands'in anne babası oğullarını cezaevinde ziyaret ederken... Cezaevinde, ranza altlarında dayak zoruyla, sırf marşları söylemek için öğrendiği okuma yazmasıyla sonradan üç kitaba imza atan Salih Sezgin de orada. O da karşılaştırıyor kendisiyle IRA'lıları: "Arkadaşlarımız açlık grevinde ağır ağır ölürken bile zulme maruz kaldı. Böyle, filmdeki gibi özel bakımlar görmek, çarşaf vücudunu acıtmasın diye özel aletler üretmek rüyaydı. Su verilmedi arkadaşlarıma, bilerek cezaevinin en sıcak üst katında tutuldular, aylarca." Diyarbakırlılar önceki akşam, Açlık filmi ile IRA militanlarının işkencesini izlerken "Yaşadığımızın yanında bu ne ki," demekten kendilerini alamadı. Avukat Sezgin Tanrıkulu'nun anımsadıkları ise çocuk belleğinden bugüne hiç unutmamacasına kalanlardı: "Askerler düdük çalardı ve annem beni sürükleyerek koşmaya başlardı, o düdük sesiyle görüş kabinlerine kadar koşardık. Hazırolda, ellerimiz arkamızda bağlı ne kadar konuşursak konuşurduk. İkinci düdük sesiyle koşarak kabinlerden çıkardık. 'Her Kürt burayı tadacaktır,' sözü ise herkesin hatıralarında."