Müjde Arslan'ın Son Oyunfilmi birçok ödül almıştı.
Kuma olmak zor zanaat
Yönetmen Müjde Arslan, evli bir adamla zorla evlendirilen ve yaşadığı travma nedeniyle önce ruh sağlığını yitiren, halası Emine'den yola çıktı ve kuma kadınların hayatlarına tanıklık etti ..
Yaşamlarını 'ölüm elbisesi' giymek olarak adlandırıyorlar.
Ve aralarından sıyrılıp çıkan bir genç kadına kendilerini anlatırken, kanıksama ile isyanı aynı anda hissettikleri o kadar aşikâr ki. Genç kuşak kadın yönetmenlerden Müjde Arslan'ın son belgesel filmi Kirase Mirine yani Ölüm Elbisesi'nin başrol oyuncuları, kendi hayatlarını oynayan kadınlar, kumalar.
Mardin'in Kızıltepe ilçesine bağlı dört köyde çekilen film, Arslan'ın kuma olarak evlenen ve yaşadığı şiddetle önce deliren, sonra da felç geçirip yatağa bağlanan güzel halası Emine'ye ödediği bir borç adeta. Henüz altı-yedi yaşında bir kız çocuğuyken halasının yaşamına tanıklık etmiş genç yönetmen: "Şöyle bir fotoğraf hatırlıyorum o yıllardan; Emine'nin Kızıltepe'deki kocasının evinden gecenin bir yarısında saatlerce yalın ayak yürüyerek, üstü başı kan içinde, yüzü gözü mor bir şekilde babasının yani dedemin evine gelişi."
HEP GERİ GÖTÜRÜLDÜ
Yaşadığı trajik son farklı olsa da Emine'yi diğer halalarından, ablalarından, teyzelerinden sadece bir tanesi olarak anlatıyor. Emine, ağabeyinin evlenmesi için o zamana göre yüksek bir başlık parasıyla amcasının kendisinden epey büyük oğluna ikinci eş olarak satıldığında henüz 16'sında: "Baba evine gelince bir hafta boyunca yatak döşek yatardı.
Gözünü açtığı zaman araba hazır olurdu evin önünde, geri götürülürdü ve biz o gittikten sonra yine aynı şekilde döneceğini bilirdik." Halasına dair ikinci hatırladığı fotoğraf ise sürekli hamile olduğu ve 10 yılda altı çocuk doğurduğu: "Sadece o değil; herkes hamileydi, ninem, ablam, annem, teyzem, halam. Ve ben yedi yaşımda sürekli hamile olduğuma dair kâbuslar görürdüm." Ergenliğe kadar hep o korkuyla yaşamış, ya kadın olursam, ya hamile kalırsam diye kâbuslar görmüş yıllarca. Halası Emine'nin ise o büyüdükçe, önce bakışları değişmiş, sonra davranışları: "Vardı ama yoktu aslında. Bütün aile, ondaki bu değişimi fark ediyordu. Şeyhlere gidildi, okunmuş sular içirildi, doktorlara götürüldü. Ama artık delirmişti." Orada herkesin erkek olmak istediğini, erkek olmanın ise tanrısal bir şey olduğunu anlatıyor sözlerinin devamında. Bunun kendisinde bir kızgınlık uyandırdığını son zamanlarda fark etmiş ve Ölüm Elbisesi'nin bir kızgınlığın ürünü olduğunu vurguluyor.
OKUL İÇİN SAVAŞTI
Müjde Arslan'ın kendi kişisel hayatı da bir film öyküsü olabilecek kadar farklı, özellikle okula gitmek için ailenin ve aşiretin büyüğü olan dedesiyle yaptığı savaş ibret verici: "İlkokulu bitirdikten sonra oradaki bütün kız çocukları gibi eğitim görmem engellenecek ve 12-13 yaşında evlendirilecektim, belki 30 yaşıma gelince başka bir amcamın kızı bana kuma gelecekti." İlkokuldan sonra bir yıl okula gönderilmemiş, sonra bir mucize olmuş ve 1980'de politik bir suçtan cezaevine giren dayısı, 1991'de serbest kalmış: "Benim yaşadıklarımı biliyordu. Dedeme her koşulda karşı koymuştum. Günlerce yemek yememiştim, konuşmamıştım. Dayımla kafa kafaya verip üçkâğıt yapmaya karar verdik ve hastalık bahanesiyle köyden çıkıp, Kızıltepe'ye giderek okula kaydımı yaptık." Her yaz tatilinde 'bu son' diyerek okula gönderilmeyeceği açıklanmış ve her okul açılışında yalvararak 'bir yıl daha bir yıl daha' diye diye liseyi bitirmiş Arslan.
Üniversiteye ise bir şartla izin vermiş: "Diyarbakır'da okuyacak ve öğretmen olacaksın." Bunun nedeni ise yarım gün okula gidip, yarım gün de evlenip, çocuklarına bakma koşullarının sadece öğretmenlik yaparak mümkün olabilmesi. Üniversiteye gittiği günü şöyle tanımlıyor: "Hayatımın en mutlu günüydü." İkinci büyük mutluluğunu ise yıllar sonra Marmara Üniversitesi'nde sinema mastırını kazandığında yaşamış. Üniversitenin ona kattığı ise öğretmenlikten çok başka şeyler olmuş ve o sırada fotoğraf çekmeye başlamış, gazeteciliğe başlaması ise çok sürmemiş.
Okulu bitirdikten sonra ise çalıştığı gazetenin İstanbul bürosunda kültür sanat muhabiri olarak, sinema sanatıyla tanışmış: "Aslında bir dil arıyordum. Herkesin kör, sağır, dilsiz olduğu bir yerden gelmiştim ve bir şey söylemeliydim. Sinema haberleri yapmaya başladıkça, aradığım şeyin bu olduğuna karar verdim." Küçük denemelerden sonra çektiği ilk filmlerden iki yaşlı adamın dostluğunu anlatan Son Oyun'un birçok ödül alması, 23 yaşında kendisine yepyeni bir yol çizmesine neden olmuş: "Filmim epey ödül aldı, Boston'da en iyi film seçildi, Belfast'a gittim, birkaç ülke gezdim ve sinema yapmaya karar verdim."
YA KUMA GELİRSE...
Ölüm Elbisesi ile içini açtığını ve bunu yaparken oldukça zorlandığını anlatırken, özellikle kadınların kuma hayatını "Bu filmi yap ve kumalığın ne kadar kötü bir şey olduğunu anlat," demesinden güç alarak, filmi çekmeye başladığını söylüyor.
Müjde Arslan kumalığın kendi memleketi olan Kızıltepe'de kadınların en büyük korkusu olduğunu ve birçok durumda bu tehditle karşı karşıya kaldığını anlatıyor: "Erkek çocuğu doğurmamışsan, bel fıtığıysan, ağır taşıyamıyorsan, erkeğin anne ve babasına itaat etmiyorsan, misafirperver değilsen her an bir kuman olabilir." Sekiz günde tamamladığı çekimlerde yine en büyük baskıyı, çocukluğunun da kâbusu olan dedesinden görmüş.
Gittiklerinin ikinci günü ise köyden gitmelerini istemiş dede: "Çünkü ona göre çok ayıp bir şey yapıyordum ve onu rezil ediyordum."
Yayın tarihi: 21 Mart 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/21/ct/haber,DBFE511EB64345A581D2605F5725A647.html
Tüm hakları saklıdır.