Ebru ve Altan Erkekli 12 yıldır evli. Şöhretten uzak mütevazı bir hayat yaşıyorlar. İkisinde de düzen takıntısı var. Alışverişi sekiz yıldır hep Ortaköy'deki pazardan yapıyorlar. Oğullarının haftalık yemek listesi bile bir hafta öncesinden belirleniyor.
Güneşi Gördüm filmini bir öğlen vakti izledim. Hafta içi olmasına rağmen salon doluydu. Uzun zamandır ilk kez bir Türk filminin alkışlandığına tanık oluyorum. 20 senedir yüksek sesle tartışamadığımız Güneydoğu gerçeğini, geniş kitlelere naif diliyle, kalpten ve cesaretle anlattığı için Mahsun Kırmızıgül'ü kutluyorum. İçi dolduğu için midir bilmiyorum ama, dozu zaman zaman fazla gelen birçok sert konuyu da filmine koymuş. Gelen tepkiler, bu aşırı doza... Hakikati kaldıramıyoruz olmamızdan mı acaba? Ramo 'Bu kavga ancak anaların eğitilmesiyle biter' derken, filmi izleyen büyüklerimiz 'Okuma yazma bilmeyen 5 milyon kadını nasıl biriktirdik' diye düşündü mü acaba? Filmin yıldızı Altan Erkekli. Bir sahnesi var ki, 'Okullarda ders olarak okutulmalı;' diyor, 12 yıllık eşi Ebru Erkekli. Filmin İstanbul galasında bir magazin muhabiri Altan Erkekli'nin kulağına eğilmiş. 'Hanımefendi kız arkadaşınız mıdır?' diye sormuş. Karısı olduğunu öğrenince 'Ha!!' deyip uzaklaşmış. 'Şöhret mi, mazbut aile hayatı mı?' diye soruyorum onlara. Aynı anda 'Tabii ki ikincisi,' diyorlar. Oğullarının mutluluğu üzerine kurulu sıcacık bir aile hayatları var. Geceleri fazla dışarı çıkmayan çift, Yeşilçam Ödül Töreni'ne giderken, küçük Can babasına şöyle demiş. 'Beni evde yalnız bırakmanıza değsin bari. Ödülü almadan gelme baba!'
Ebru Erkekli * Altan belediye otobüsüne biner, tek başına pazara, alışverişe gider. * Filmi çok uç noktada eleştirenler iyi niyetli değil bence. Bu filmin derdi, karde. kavgası bitsin. Yoksa kimseye yaranmak gibi bir derdi yok. * Altan herkesi taklit eder. Bir tek beni nasıl taklit ettiğini hiç görmedim. Can'la karşılıklı ıslık düetleri vardır. Altan salonda, Can banyoda... Çaldıkları şarkı da Zeki Müren'den Yasemen. * Çocuğumuzu Recep İvedik'e götürmedik. Götürmeyeceğiz de. O filme çocuklarını götüren annebabalara inanamıyorum.
Altan Erkekli * Filmi çekerken çok içten ağladım. Mahsun yeteneğiyle bir gün Yılmaz Güney'i geçebilir bile. * Çocuklarıma 10 tane daire bırakacağıma bir tane uluslararası ödül bırakayım. * Beni toparlayan Ebru oldu hayatta. Başarıma Ebru'nun katkıları büyük. Aynı tiyatroda oynarken âşık oldum Ebru'ya ve romanlardaki gibi bir aşk başladı. Ruh eşimi buldum. * Hayatımda iki kez idam mahkûmunu oynadım. Cezaevi infaz savcıları, idamı yaşamış avukatlar dediler ki, 'Altancığım çok başarılısın, nasıl bir olanağın oldu, kim böyle bir sahne seyrettirdi sana?' * Oscar'a aday gösterilenler, ödül alan arkadaşlarını yürekten alkışlıyor. Benim arkadaşlarım ödül gecesi beni tebrik etmeden gitti. * Devlet Bahçeli Mahsun'u telefonla arayıp 'Özür dilerim kardeşim, Ankara dışında olacağım için gelemeyeceğim,' demiş. En tepki çekecek diyeceğimiz kesimden bile böyle bir yaklaşım geliyor. Bu film Türkiye için güzel bir şans.
- Nefis bir oyunculuktu, tebrik ederim. Oğullarından biri terörist, diğeri asker olan babayı oynamakta bir an tereddüt ettiniz mi? - A.E: Cumhuriyet subayının oğluyum. Babam hep Doğu'da hizmet yaptı. İlkokul birden beri yatılı okudum. Diyarbakır Maarif Okulunda'ydım ilk. Kürtlerle, onların dilini duya duya büyüdüm. Okulda yemeğimi pişiren aşçılar Kürttü. Bizi çok severlerdi. Bu sevgiyle büyüdüğüm için bir annenin gözyaşının, babanın gözyaşının dünyanın neresinde olursa olsun akmamasından yanayım. Aynı topraklarda yıllarca Kurtuluş Savaşı'nı vermiş insanların torunları niye bu hale geldiler? Bu rolü kendime görev addettim.
- Mahsun Kırmızıgül niçin sizi seçmiş? - A.E: Beni Vizontele'de izlerken duygulanmış. 'Bir gün Altan abi ile çalışmalıyım,' demiş. Telefon açtığında bende bel fıtığı vardı. Hareket edemiyordum. 'Abi böyle böyle bir senaryomuz var,' dedi, 'Gönder senaryoyu,' dedim. Okudum, hayran kaldım. Filmi çekerken çok içten ağladım. Benim de iki oğlum var. Biri tam o çağlarda. Kolay değil oralarda evlat kaybetmek.
- Tepkiler fazla... Beğenenler kadar beğenmeyen de var filmi... - A.E: Ankara galasında hiç çektirmediysem 100 kişiyle fotoğraf çektirdim. İçinde subaylar da vardı. Mesela Devlet Bahçeli Mahsun'u telefonla arayıp 'Çok özür dilerim Mahsun kardeşim, Ankara dışında olacağım için gelemeyeceğim,' demiş. En tepki çekecek diyeceğimiz kesimden bile böyle bir yaklaşım geliyor. Bu Türkiye için çok güzel bir şans. Sanat her şeyin önünde giden bir planlayıcı olarak, bu görevi de yerine getirecek.
-Bir yılbaşı gecesi yollamışsınız eşinizi bu filmin çekimine... -E.E: Yılbaşı gecesi Altan Kars'taydı. Eksi 26 derecede çektiler filmi... -A.E: 12 gün diye gittik. 17 gün kaldık. Sabah üç buçukta kalkıyor, beşte sete varıyorduk. Set Kağızman'ın Yankıpınar Köyü. 23 km dağa tırmanıyoruz. 2 bin 650 metre yükseklikte. Beş hane var köyde. Boşaltılmış. PKK baskını olmuş iki sene önce, beş-altı kişi öldürmüşler. Okul yok, su yok. Gittiğimde belimde hâlâ korse vardı. Cenazeleri almaya gittiğimiz sahnede teknik elemanlar arkama takozlar koydu. Römork arkadan öyle bir vuruyor ki. Takozlar görünmesin diye römorkun rengine boyuyorlar. Aslında bu filmin en büyük başarısı, teknik ekibindir.
- Sizi zorlayan sahne hangisiydi? - A.E: Cenazeleri aldığımız, çatışmada ölen oğlunu dere kenarında teşhis etmeye çalışırken zorlandım. O sahne çok önemliydi. Çocukların makyajı altı saat sürdü. Gün çabuk batıyor. Tam bana geldi sıra, etrafta sessizlik olması gerekiyor. Greyderler çalışıyor, etrafta halk var izliyor, arabalar gidip geliyor... Önden bir çocuk fırlayıp resim çektirmek istiyor. Böyle bir karambol. Bizim de o sırada bir ameliyat yapacak durumdaki kadar duygularımızın steril olması lazım. 'Abi güneş gidiyor,' diye bağırıyor Mahsun. O sahne çıkmazsa film de çıkmazdı. - E.E: Altan'a söyledim. Bence o sahne oyunculuk dersi olarak okullarda çocuklara gösterilmeli. - A.E: O yüzden dedim ki aman sinirlenmeyeyim kimseye. Neyse ki düşündüğüm gibi oldu.
- Neden kimseyi kırmama endişeniz oldu hayat boyunca? - A.E: Bu iş çok severek yapılması gereken bir iş. Sonuçta sevgiyi anlatmaya çalışırken, insanları kırarsanız hiçbir manası kalmaz ki...
BU FİLM OSCAR'I HAK ETTİ - Hayattta sizi kırmadılar mı hiç? - A.E: Çok kırdılar canım.
- O yüzden mi medyatik olmadınız? - A.A: Evet medyadan uzak durdum. Görev ise sadece onu yerine getirdim. Laila'da Reina'da görünen bir insan olsaydım, Vizontele'deki belediye başkanı, bu filmdeki Davut bu kadar inandırıcı olmazdı.
- Filme eleştirim var. Devletin bütün kurumları çok iyi işliyor gösterilmiş... - A.E: Ben de başta bütün kurumlar iyiyse o zaman bu kötülük nereden çıkıyor, diye düşünmüştüm. Ama filmi izledikten sonra dedim ki hakikaten böyle idealist insanlar bütün kurumlarda olduğu için Türkiye hâlâ bu umudunu ayakta tutuyor. Hakikaten idealist müdürler, doktorlar var, idealist komutanlar var. - E.E: Filmin derdi kardeş kavgası bitsin. Yoksa kimseye yaranmak gibi bir derdi yok. Bu filmi iyi niyetli olmayanlar eleştirecek.
- Bu film Oscar'a gider mi? - A.E: Bence önce Cannes Film Festivali'ne gidecek. Bu başarı grafiği böyle devam ederse Oscar'ı hak etmiş oluyor.
- Sizin çok ödül toplayacağınız şimdiden belli. - A.E: Çocuklarıma 10 tane daire bırakacağıma bir tane uluslararası ödül bırakayım.
Yayın tarihi: 21 Mart 2009, Cumartesi Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/21/ct/haber,D4C9BA53DBF3473CB547E89958365361.html Tüm hakları saklıdır.