1970'lerde Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit'in koalisyon hükümetlerinde görev almış Milli Selamet Partili (Kim hatırlar; Necmettin Erbakan'ın Milli Nizam Partisi'nden sonra "Milli Görüş" çizgisinde kurduğu ikinci partiydi MSP!) bakanlarla röportaj yapmıştık. Hepsine yönelttiğimiz ortak sorulardan biri de şuydu: "Dünya görüşünüzün oluşmasında etkili olan bir kitap var mı?"
Hepsi de "Var" demişti. Ve hepsi de aynı kitabı söylemişti: Seyyid Kutub'un "Yoldaki İşaretler"i. (Not: Özgün adı, "İslam Yolundaki Ayak İzleri".)
Seyyid Kutub, "Müslüman Kardeşler Örgütü"nün beyni, yani ideologuydu. Müslüman Kardeşler, Hasan El Banna'nın öncülüğünde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarihe karışmasına (Araplar'ın da bu sonda büyük veballeri var) ve Arap coğrafyasının birçok devlete bölünmesine tepki olarak kurulmuştu. "Panislamist" idi. İslam coğrafyasının yeniden bütünleşmesini, şeriata dayalı büyük bir İslam devleti kurulmasını amaçlıyordu. Gerekiyorsa silahlı mücadele yoluyla. (Not: Müslüman Kardeşler'in antitezi ise Mişel Eflak'ın kurduğu Baas hareketiydi.)
Yeni Müslüman Kardeşler Bugün Hasan El Banna'nın torunları Hani ve Tarık Ramazan, "Medeniyetler İttifakı"nın, "Ilımlı İslam"ın, hatta "Avrupa İslamı"nın, yani Batı değerleriyle (Demokrasi, çoğulculuk, insan hakları, cinsiyet eşitliği, farklı dinlere ve azınlıkların hak ve hukuklarına saygı gibi) uyumlu, hatta onları özümsemiş bir İslam'ın sözcülüğünü yapıyorlar.
Müslüman Kardeşler Örgütü de artık kendini "Demokratik düzenin bir aktörü" olarak tanımlıyor. Silahlı mücadeleyi reddediyor. Tek istisna: Filistin! "Çünkü" diyorlar Müslüman Kardeşler'in günümüzdeki liderleri, "Filistin'deki silahlı mücadele işgale karşıdır, Filistin halkının bağımsızlığını kazanmasının meşru bir aracıdır." Şeyh Ahmet Yasin'in Müslüman Kardeşler'in Filistin kolu olarak kurduğu Hamas da silahlı mücadelesini işte bu "İstisna"ya dayandırıyor.
Gençliğinde Milli Görüş ırmağında yüzmüş olan Başbakan Erdoğan'ın bu konuları herkesten iyi bildiğine kuşkumuz yok. Ama aklımızın yettiği, bilgimizin elverdiği sınırlar içinde devam edelim.
Müslüman Kardeşler, geçirdiği evrimden veya dönüşümden sonra Mısır'dan Suudi Arabistan'a, kadar Sünni Arap rejimlerince "Eskisinden de tehlikeli" kabul edildi. Çünkü eskiden "Terörist" örgüt olarak görülüyordu, şimdi "Demokrasi için mücadele eden rejim düşmanı" diye değerlendiriliyor. İşte o nedenle Davos'taki ünlü panelde Erdoğan esip gürlerken, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'in sağında oturan Arap Birliği'nin Mısırlı Genel Sekreteri Amr Musa ağzını bile açmadı. Yine işte o nedenle Erdoğan'ın patlaması Mısır, Suudi Arabistan ve Ürdün gibi Sünni Arap ülkeleri liderlerince derin bir sessizlikle geçiştirildi.
Bu tablo Arap dünyasının işbaşındaki rejimlerinin pek çoğunun Filistin davasından ellerini eteklerini çekmeye başladıklarını gösteriyor.
Daha önemlisi, bu tablo Hamas'ın bölgedeki başka güçler tarafından başka amaçlara alet edilmesi ve sonuçta Filistin davasının ölümcül bir darbe alması tehlikesi yaratıyor.
Davos'un devamını getirmek Tüm bu gerçekler de Erdoğan'a, Davos'taki çıkışının Ortadoğu'daki tüm krizlerin anası olan Filistin sorununun çözümünde yeni bir fırsat penceresi açabilmesi için, çok yönlü bir görev yüklüyor. Hayır, bu görev sadece "Tüm taraflarla diyalogu olan güvenilir bir muhatap" olarak kalmakla sınırlı değil. Gazze'nin yeniden inşasına, hatta Filistinliler arasında uzlaşma sağlanmasına katkıda bulunmakla da sınırlı değil.
Bu görev öncelikle bir "Paradoks"un aşılmasını gerektiriyor: Filistin-İsrail sorununun çözümünde birinci derecede sorumlu ve etkili olan güçler, Hamas'ın vazgeçilemeyecek bir aktör olduğunu artık itiraf ediyorlar.
Ama aynı güçler bir yandan da Hamas'ı terör örgütü kabul ediyorlar. Filistin dışında dünyanın hiçbir yerinde tek kurşun atmamış olmasına rağmen.
Aynı güçler ayrıca Hamas'a bir dizi koşul da dayatıyorlar: İsrail'i tanı, Filistin yönetimlerinin İsrail'le imzaladığı anlaşmaları kabul et, silahlı mücadeleden vazgeç...
İyi ama hem terör örgütü kabul edip, hem de şart dayatılabilir mi? Bu, kediyi bir odada kıstırmak değil mi? Hamas ılımlılaştırılacaksa, bölgenin bazı güçlerinin etki alanından uzaklaştırılacaksa, önce kedinin kıstırıldığı köşeden kurtulmasına izin vermek gerekiyor. Ya kapıyı, ya pencereyi açarak.
Erdoğan'a da işte kediyi kıstıranları ikna etmek görevi düşüyor. Kedinin daha da hırçınlaşmaması için!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Şubat 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/01//haber,F1BA43719B0242A898F2F629C3E47F01.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.