İstanbul Modern'deki sergi mayısa kadar sürecek.
Gölgeye Övgü sergi mi, roman mı?
İstanbul Modern'de Paolo Colombo küratörlüğünde izlenen Gölgeye Övgü sergisi, küratörü için 'bir roman gibi' kurgulanmış. Colombo bu yüzden, "Bir daha aynı romanı yazamazsınız," diyor..
Gölgeye Övgü sergisinin açılışını kaçıramazdım... Kara Walker'ın yanı sıra Berlin'li ünlü filmci 1899 doğumlu Lotte Reiniger'in Prens Ahmet'in Maceraları'nı izlemek için sabırsızlanıyordum. Haluk Akakçe'nin işini bu sergide görünce doğrusu çok şaşırdım. Akakçe, serginin tek yerli konuğuydu. Üstelik serginin küratörü Paolo Colombo, serginin katalog yazısında, Akakçe'nin babasını amatör bir Karagöz oyuncusu olarak tanımlıyordu. Oysa ben Akakçe'nin babasının profesyonel bir balet olduğunu sanıyordum! Kafam karıştı. Haluk Akakçe, İngiltere'den döner dönmez işin aslını öğrenmeyi planlıyorum. Paolo Colombo tıpkı 6. İstanbul Bienali'nde, Tutku ve Dalga diyerek yaptığı gibi yine Türk ve Yunan ortak kültürel hafızasından yola çıkmış. Bizim ve komşunun Karagöz'ünden hareketle çağdaş sanatta geleneksel bir figürün izlerini sürmek istemiş. Gölgeye methiyede ise bana göre biraz zayıf kalmış... İstanbul Modern'de sergiyi gezerken aklıma gölgeye methiyede katkısını esirgemeyecek ne isimler geldi... Mesela bir Selma Gürbüz demirden aslanlarıyla, bir Ömer Uluç, cini perisi, tüm yaratık soyuyla...
NERMİN ER DE OLSAYDI...
Bu sergiden tam iki gün sonra Galeri Nev'de Nermin Er sergisi açıldı. O da pekala Gölgeye Övgü'ye pek yakışırmış diye iç geçirirken, serginin açılışında Paolo Colombo'ya rastladım. Kırmızı atkısıyla Er'in karanlıklar içindeki kağıttan ve gölgeden dünyasını geziyordu... Siena aksanı İtalyancamla kendisine Gölgeye Övgü'de Nermin Er'in neden olmadığını sordum... "Artık çok geç" dedi... Signore Colombo'nun bu yanıtıyla hiç tatmin olmadım elbette... "Hiç de değil," deyiverdim. Serginin İstanbul Modern'den sonra Yunanistan'daki Benaki Müzesi'ne gideceğini hatırlayarak oradaki sergiye Nermin Er gibi yeni isimleri eklemesini önerdim... Signore Colombo ise bu önerimi şu sözleriyle karşıladı: "Bakınız, bir sergi bir roman gibidir... Bittiği zaman bitmiştir... Bir daha aynı romanı yazamazsınız... Başka karakterler ekleyip çıkaramazsınız..." Beklemediğim bu metaforik açıklamaya katılmadığımı, sanat formları içinde en özgür olanının sergi olduğunu, sergilerin birer açık yapıt gibi işleyip, çoğalıp bize rağmen üreyebileceklerini filan geveledim... Hiç unutmuyorum, Paolo Colombo, bienal zamanında da bir söyleşisinde, sergi yapmayı orkestra idare etmeye orkestra şefliğine benzetmişti. Bir sergi bir roman gibi midir yoksa bir klasik müzik konseri mi diye düşünürken, kendimi Bekâr sokakta buldum. Bu ara tüm bohem dünyanın takıldığı ünlü kebapçı Zübeyir'de. Masa 'full'dü tabii.. Cem Erciyes, İhsan Yılmaz, Ömer Faruk Şerifoğlu, Handan Şenköken, Ahu Antmen, Burcu Pelvanoğlu... Bunun bir AICA yönetim kurulu toplantısı olup olmadığını anlamam için, üç teki devirmem gerekti: Değilmiş.
Yayın tarihi: 1 Şubat 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/01//haber,563C9BAFC9344C15963FD7D206D119C2.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.