Giriş Saati : 31.01.2009 09:57 Güncelleme : 31.01.2009 23:26
20 Ocak 2009 tarihinde ABD'nin ilk siyahi başkanı yemin etti. ABD'deki milyonlarla dünyanın geri kalanı ekranlara kilitlenerek bu tarihi ana tanıklık etti. Herkes heyecan içinde seviniyordu, ancak perde arkasında muhteşem bir organizasyon için çalışan yüzlerce işçi, dondurucu bir soğuk, battaniyelerle örtülü insanlar ve haberi saat farkı yüzünden erkenden yetiştirmek için koşturan bir gazeteci ordusu vardı...
3 ay önce yemin törenine Sabah adına akredite olmak için başvurduğumda "overseas" dedikleri Atlantik'in öte yakasından gelen gazetecilere öncelik tanımayacaklarını söylemişlerdi kısa ve net bir emailleNeredeyse tüm umutlarım bitmişken sadece bir hafta öncesinde "tamam" notu düştü bilgisayarıma. Hemen hazırlıklar yapılmalıydı. New York'a gidiş tamamdı, ama "küçük" bir sorun vardı. Washington'a tam 2 milyon kişinin akması bekleniyordu ve bu nedenle başkente ne tren ne de uçak seferlerinde yer kalmıştı. Hiçbir çözüm bulamazken çareyi bir sonraki gün gitmekte buldum. Bruce Springsteen, Beyonce ve Bono'nun çıkacağı muhteşem konseri kaçıracaktım ne yazık ki... Ama Chicago'daki seçim gecesinde tanıştığım muhteşem çift "Yula ile Andrew"un evinde bir gece kalacağım için de mutluydum.
EŞCİNSEL VE SANATÇILAR TEPKİLİYDİ
Yula Rocha, Brezilya'nın en büyük televizyon kanallarından birinin 3 yıldır New York muhabiri. Ama öyle tam teçhizatlısından. Ekonomik durum çok kötü olduğu için alıyor omzuna kamerasını, çekiyor, kendini sunuyor, montajlıyor. Andrew de serbest çalışan bir İngiliz gazeteci. Dışarıda lapa lapa kar yağarken Brooklyn'de siyahilerin çoğunlukta olduğu mahalledeki evlerine vardım. İçerisi uluslararası bir yurt gibiydi. İsveçli, Brezilyalı ve Amerikalı gazeteciler vardı.
Kısa bir tanışmanın ardından koyu bir sohbete giriştik Obama üzerine. Masanın üzerinde New York Times gazetesinin "Obama People" başlıklı, kabinedeki isimleri anlatan eki duruyordu. Herkes artık Obama'nın biraz "abartıldığını" dile getiriyordu. "Sağımız solumuz Obama oldu. Yemin töreni için de 150 milyon dolar harcanıyormuş. Amerikalılar işte, her şeyi abartırlar" dedi Brezilyalı sanatçı MariaMaria, dünyada Brezilya'ya ait bir eşya taşıyanların fotoğraflarını kitap haline getiriyordu. "Bu ekonomik krizde o para çok daha iyi projelere harcanabilir" dedi. Evdekilerden biri eşcinseldi ve Obama'nın yemin töreni için kendilerinden nefret eden bir rahip seçmesine öfke kusuyordu: "Siyahi bir başkan neyi değiştirecek anlamadım. Daha ilk andan battı. Törende protesto gösterisi düzenleyeceğiz." Birkaç gün içinde ikisinin de haklı olduğunu görecektim.
Pazar günü Washington'a inmeyi başardığımda her tarafta Obama posterleri asılıydı. Hatta Kanada Büyükelçiliği, "Kanada Yeni Başkanı Selamlar" diye dev bir poster bile sallandırmıştı elçilik binasının duvarlarından. Habercilik Müzesi'nin (Newseum) dışında günlük gazetelerin birinci sayfaları sergileniyordu ve hepsinin birinci sayfası Obama'ydı. Bir de hani İstanbul yollarında "Okmeydanı Akıcı/ Köprü Yoğun" yazılı dijital ekranlar vardır ya. Washington'da da bir yerde, "Yarın şu şu yollar tören nedeniyle kapalı olacak" yazarken diğerinde "Hava buz gibi olacak. Sıkı giyinmeyi unutmayın" uyarısı yer alıyordu. Washington'a geçtiğimiz yıl da aynı tarihlerde gitmiştim; böyle başkent mi olur ne kadar sessiz ve sıkıcı" demiştim kendi kendime. Ama bu kez tam tersiydi ve adım atacak yer yoktu. Zaten sokaklarda Obama tişörtleri, rozetleri, posterleri satan işportacılar yüzünden yürümek mümkün değildi ki
Sokaklarda yürüdükçe siyahi çoğunluğun ne kadar fazla olduğuna tanık oldum. Zaten Washington'un arka mahallelerinin büyük bir kesimi siyahiydi ve onlar da artık "ön mahalleye" çıkmanın keyfini çıkarıyordu.
"NASIL AYAKKABI FIRLATTI AMA"
Pennsylvania Avenue dahil Kongre'ye çıkan bütün yollara barikatlar konuyordu. CNN, Fox gibi Amerikan kanalları da canlı yayın yapacakları yerlerde son hazırlıklarını yapıyorlardı.
Halksa törenin yapılacağı Kongre Binası'na akın edip fotoğraf çektiriyordu. İki yıl önce Katrina fırtınasının vurduğu New Orleans eyaletinden gelen Michael ve ailesiyle fotoğraflarını çekerken tanıştım. "Bush bizi yarı yolda bıraktı. Nefret ediyoruz ondan" dedikten sonra bana göz kırparak "Nasıl kafasına ayakkabı attılar ama" dedi sessizce. "Taaa İstanbul'dan Obama'yı izlemek için mi geldin? İnanamıyorum" deyip duruyordu. Kendisi de bir spor yazarıydı ve benden Türkiye'de Obama'ya nasıl baktıklarını, Bush'la ilgili düşüncelerimi sordu. ABD'ye en olumsuz bakan ülke olduğumuzu söylediğimde inanamadı.
Bir anda midemin zilinin çaldığını hissettim. Ama lokantalar tıklım tıklımdı; içerisi yemek yiyen, dışarısı ise sigara molası verenler nedeniyle resmen ana baba günü gibiydi. Çok yorgundum. Amerikan yemeklerini hiç sevememiştim zaten. Kocaman soğan dolu burgerler, dev patates kızarmaları, ağır yağ tadı... Otele gidip hafif bir salata yemeye karar verdim.
Pazartesi sabahı erkenden akreditasyon kartımı almam gerekiyordu. Ayrıca havayı koklamak, izlenimler edinmek istiyordum. 7 saatlik farktan dolayı kendimi kazıyarak uyandım ve hemen otelden çıktım. Kongreye yakın bir yerde kitlendi trafik. Taksiciye "İnip yürüsem sizce kaç dakika sürer" diye sorduğumda beni şöyle bir süzdü ve kestirip attı: "Ben sizin ne kadar hızlı koştuğunuzu bilemem ki"
İnip koşmaya başladım. Sırtımda fotoğraf makinesi, bilgisayar, tabii ki uyarıları dikkate alıp üst üste giydiğim kazak, mont. Zaten labirente çevrilen yollardan kıvrıla kıvrıla en sonunda belirtilen Senato binasına gittim ama ne göreyim: kilometrelerce bir kuyruk. Buna alışmam gerekiyordu. Tabii ki bir Türk olarak hemen ileriye gidip bir yetkili buldum ve derdimi anlattım. "Don't worry Madam" deyip dururken beni arka kapıdan içeri almayı başardı. Hillary Clinton'un, eski başkan adayı John Kerry'nin odalarının açık kapılarının önünden geçerek (tabii ki içeride değillerdi) kartımı alacağım odaya gittim. Ve elimdeydiObama'yı çok yakından izleyeceğim ve karaborsada binlerce dolara satılan giriş kartı. (Evet benim de aklımdan geçti aynı soru sizin gibi; acaba satsam kaça satabilirim diye. Ben 100 yıl sonra daha da değerlenir diye geleceğe yatırım yapmaya karar vererek oradan ayrıldım.)
GAZZE'NİN ESAMESİ OKUNMUYOR
Oradayken bir şey daha dikkatimi çekti. Aslında biraz da içim burkuldu. Burada dünya yıkılıyordu Gazze'de ölen çocuklar için, Amerikan halkının ise bundan haberi bile yoktu. Hani bizde "Asya'nın bir köşesindeki sellerde şu kadar insan öldü" diye altyazı geçer ya Gazze de işte o kadar önemli Amerika için. Liderlerinin ağzından çıkacak iki kelime oradaki çocukların geleceğini belirleyecekken halkın bihaber olması ne kadar acı geldi bir an.
Washington'a geleceğini bildiğim İsveçli gazeteci arkadaşımlarla buluştuk. Ben Michelle Obama'nın giyeceği elbiseden söz ederken onlar tipik bir İskandinav olarak sistemli bir şekilde plan yapıyorlardı. İçlerinden biri "Tören alanına sabah 4'te gitmeyi planlıyorum. Çok kalabalık olacakmış" deyince gözlerim büyüdü. Evet o İsveçliydi ve soğuğa alışkındı, ama ya ben? Ve tabii ki sabah 7 gibi kalktım. Otelden çıkarken hemen bir görevli durdurdu. Elime bir harita verdi. Benim biletli giriş kapım "turuncu" olanlardandı. Gireceğim kapının hangisi olduğunu, ineceğim metro istasyonunun nerede olduğunu teker teker gösterdi. Vayy be, dedim bu ne organizasyon.
YORGANLARLA GELENLER
Gazeteci arkadaşlarımla buluşup mutlu mesut metro durağına gittim. Ama ne göreyim, yine o güzel görüntü: kuyruk... En az 100 metreydi. Gelen trenler de tıklım tıklımdı ön sıralardan gelen seslere göreTören 11.30'daydı, alana yürümekse mümkün değildi. Bir taksi çevirdik. "Bizi Kongre'ye en yakın yere götürün" dediğimizde ne kadar anlamsız ve imkansız bir şey istediğimizi ima eder gibi yüzümüze baktı. Faslıymış. Din kardeşi sohbetine girdikten sonra yumuşadı ve 10 dakikalık yolu 10 dakikada alan ilk kişi olarak tarihe adını kendince yazdırdı. Bizi Kongre binasının önünde bekleyen 2 milyondan kurtarıp arkasına bıraktı. Muhteşemdi. Turuncu kapıya geldiğimizde "Kartlarınızı gösterin" diye bağıran polisler sıralanmıştı. "Evet bayanlar baylar, bu tarihi ana hep birlikte tanık olacağız" diye bağırdı bir polis. 3 kontrol noktasından sonra alana girmiştim. Hemen arkamda Obama konuşacaktı. Bu kadar yakın olmayı beklemiyordum. Önce bir oturup soluklandım, etrafa bakındım. Ardından insanlarla konuşmaya, fotoğraf çekmeye başladım. Saat 4'te, 5'te yorganlarıyla, uyku tulumlarıyla, özel ısıtan örtülerle gelenler mi dersiniz, kilometrelerce uzaktaki eyaletlerden uçanlar mı dersiniz. Herkes biraz uykulu, çokça yorgun ama bir o kadar da heyecanlıydı.
Arkama Kongre merkezi binasını verip birinden resmimi çekmesini istedim. "Hayır yanlış tarafta duruyorsunuz. Asıl resim diğer taraf diyerek" 2 milyon kişinin Lincoln Anıtı'na kadar sıralandığı muhteşem kalabalığı gösterdi. Gerçekten de olağanüstü gözüküyorlardı.
Tören öncesinde eski başkanlar teker teker yukarıdaki podyuma girdi. Yanımda oturan ve sonradan eski bir diplomat olduğunu öğrendiğim Amerikalı'ya dönüp "Bush'u yuhalarlar mı ne dersiniz" diye sordum. "No wayMümkünü yok" diye çıkıştı. "Biz amerikalılar siz Akdenizliler kadar heyecanlı değilizdir merak etmeyin" Sadece 5 dakika sonra Bush, her 100 metreye yerleştirilen onlarca dev ekranda göründüğünde bir anda "yuhhhhhh" sesi duyuldu. Yüzümü çevirip diplomata baktım; "İnanamıyorum. Hayatımda ilk kez bir başkan yuhlanıyor. Sanırım sen bu ülkeyi benden daha iyi tanımışsın" dedi gülümseyerek.
Ardından Barack Obama belirdi. Ağlayanlar, birbirine sarılanlar, fotoğraf makineleriyle anı görüntülemeye çalışanlarYemin etti, 148 yıllık eski bir İncil'e el basarak. Saatler 12.05'ti. Aslında 5 dakika önce zaten resmen başkan olmuştu bile. Ardından da aylardır beklenen konuşmasına başladı.
MÜREKKEP DE DONDU
Bu arada ellerim donmaya başladı. -7 derecede çalışmak çok zordu. Ayaklarımı hissetmiyordum. Başımda bere üzerinde de montumun şapkası vardı. Orada bir poşet dağıtılıyordu. İçinde kimyasal bir toz... Eldivenin içine koyuyorsunuz ve 20 dakika sonra ısınan toz ellere sıcaklık veriyordu. Elime aldım kalemi not almak içinAman tanrım!!! Kalem yazmıyordu. Sonra diğer kalemi aldım o da çalışmıyordu. O anda fark ettim ki içlerindeki mürekkep donmuştu! Hemen kurşun kalemi buldum çantamdan ve not almaya koyuldum. Birkaç dakika öncesinde çığlıklar atan milyonlar tıp oynuyordu sanki.
Bir anda gözüme gökkuşağı rengindeki bayraklar takıldı. O anda aklıma, Yula'nın evindeki eşcinsel gazeteci geldi. Belki 10 tane bile yoklardı ama daha başkan bile olmadan Obama ilk protestosunu yaşamış oldu.
Konuşma biterken ben çıkışlara doğru yol almaya başladım. Bir an önce yazıyı gazeteye yollamam gerekiyordu. Bulunduğumuz alanda en az 5 bin kişi vardı. Ama hiçbir karmaşa yoktu. Herkes ip gibi sıralanmıştı. Çıkış yolunda kimsenin birikmemesi için askerler görev yapıyordu.
Starbucks, kitabevi Borders gibi yerlerde internet vardı. Ama kapısındaki kuyruğu görünce ilk yapmam gerekenin bir taksi bulmak ve otele gitmek olduğuna karar verdim. Gelişim sadece 10 dakika sürmüştü ve yaklaşık 12 dolar vermiştim taksiye. Dönüşteyse şoför tabiri caizse kenti arşınladı çünkü her yer kapatılmıştı. 3 kat parayı verip hedefime varabilmiştim.
Ne olduğunu anlayamamıştım. Tüm yaşadığım karmaşa ve koşturmaca arasında ABD ilk siyahi başkanına kavuşmuştu. Taksi şoförü, "Artık yeni bir ülkeyiz" diye radyonun sesini sonuna kadar açmıştı. Bense otel odasında haberi geçmenin rahatlığı ve mutluluğuyla...
"SİZ TÜRKLER DAHA İYİ DANS EDERSİNİZ"
Akşam soluklanmak için lokantaya indiğimde bir grup siyahinin ekrana kilitlenmiş yeni başkan ile First Lady'nin danslarını izlediklerini gördüm. Yanlarına oturdum. Hemen nereli olduğumu sordular. Türkiye deyince "Siz iyi dans edersiniz. Oryantal yani. Çok kötüler değil mi" diye sordu içlerinden biri. "Evet gerçekten ruhsuz dans ediyorlar" deyince yanımda oturan siyahi gürlemeye başladı ekrana bakıp (böyle Türkiye'de bağırsalar dışarı atılırlardı kesin): "Kardeşim böyle mi dans edilir. Bu Cumhuriyetçilerin dansı. Hafif kıvır Harlem'deki gibi. Buna bir Budweiser versem de kendine gelse..." Ardından tartışma büyüdü ve Obama'cı bir kadınla bu arkadaş resmen deyim yerindeyse birbirlerine girdiler. Ben arada kalmıştım. En sonunda adam kadını dansa kaldırıp "nasıl dans edilmesi gerektiğini" gösterdi. Yarım saat sonraki görüntü, biri televizyonda olmak üzere 3 çiftin dans ettiğiydi...
Sanırım artık kalkma zamandıydı. Dönüş için de uçak bulamadığım için ABD'de yaşayan bir gazeteci arkadaşımla araba kiraladık. Yol boyunca yeni bir güne uyanan Amerika'da nelerin değişebileceğini konuştuk. İsveçli arkadaşım, Obama'nın konuşmasındaki Müslüman vurgusunun ne kadar önemli olduğunu anlattı bana. Bense, bunun zamanla doğru olup olmayacağının anlaşılacağını söyledim. Hatıra olsun diye mola yerinde bütün büyük gazeteleri satın aldık. Sabahtan beri herkesin akın etmesi yüzünden gazeteler iki hatta üç baskı yapmıştı. Bir gazetenin kapağında Michelle ile kökenlerinde Endonezya, Kenya'ı da taşıyan Barack Obama'nın Beyaz Saray'ı nasıl "renkli" bir yer haline getirdikleri yazıyordu.
Amerika'da 5 gün kaldım. Ne doğru düzgün uyku uyuyabildim ne de yemek yiyebildim. Her yurt dışı gezisinde olduğu gibi yine saat farkları dengeleri alt üst etti. Ama seçim gecesi Chicago, yemin töreninde de Washington'da olmanın gazeteci olarak yararları ve keyfi aklımdan çıkmıyordu.
Obama benim başkanım değil. Hatta belki benim ülkem için olumsuz adımlar atacak ve Bush'a rahmet okutacak. Ama tarihin en önemli sayfalarından biri için "Ben de oradaydım" diyebilecektim belki bir 50 yıl sonra. Donan ellerim, koşturma nedeniyle incittiğim belim ve 2 milyon kişiyle birlikte...