Herkes nasıl 'kendine demokrasi' peşindeyse, herkes kendine hizmet eden bir medya peşinde. İlke-kural nedir bakan pek yok. Demokrasinin altını oyan bir iklimde, fatura dürüst gazeteciliğe çıkarsa şaşmayalım.
Yaza yaza sıkıldım ama nafile.
Türkiye'de medya kendisine çeki düzen vermeye yanaşmadığı sürece demokratikleşme ve hoşgörü, adalete saygı, boş birer hayal olarak kalmaya devam edecek.
Ergenekon eksenli haber ve yorumlar, yeni her gelişme, medyayı eleştiri odağı haline getirdiği ölçüde mevcut alışkanlıklar, bildik refleksler de keskinleşmekte.
Kırılgan ülke
Türkiye'de "yalan" ve "gerçek" etrafında topyekûn bir "doğruya odaklı bilgi" ve "yanıltma amaçlı dezenformasyon" savaşı yaşanıyor.
Özgürlük ve adalet mücadelesinde saflar bellidir. "Gazeteci" kisvesi altındaki
savaşçı medya misyonerleri, demokrasi düşmanları acımasız.
Medyaya yönelik çoğu haklı eleştiriler sertleşip yaygınlaştıkça, yanlışlara yeni yeni örnekler de ekleniyor.
Alalım emekli albay
Abdülkerim Kırca'nın intiharını.
En basit noktadan başlayalım. Artık evrensel kural halini alan, "intihar haberlerinde titizlik" ilkesi, özellikle intihar yönteminin haberlere girmemesini önermekteydi. Ama, SABAH da dahil, hemen her gazete,
Kırca'nın hayatına
nasıl son verdiğini baş sayfalarına taşıdı.
Acaba kendisini
nasıl öldürdüğünün, habere ne katkısı vardı?
Hiç. Önemli olan sadece "intihar"ın vuku bulmasıydı, ama altın kural yine kaale alınmadı. Ölenin anısına ve ailesine saygısızlık yapıldı.
Ardından
Genelkurmay'dan öfkeli bir "medyayı sorumluluğa çağırma" notu geldi. Bu tepki, bir
Star gazetesinin intihara sebebiyet verici yayın yaptığı "kanaatini" yansıtıyordu. Ortada somut bir kanıt (arkada bırakılan bir mesaj vs)
olmadığı halde askerin bu sonuca vardığı anlaşılıyordu.
Gazetenin Genelkurmay akreditasyonu askıya alındı.
Üstelik daha kısa bir süre önce,
basının, Başbakanlık tarafından iptal edilen birkaç akreditasyon konusunda nasıl uzun süreli tepkiler verildiği, "bu çözüm değildir, sansürdür" denildiği bilindiği halde.
Belki de "o basın nasıl olsa bize ses çıkartmaz" diye düşünüldü, kim bilir?
Yanlışlıkların üçüncü halkası, o gazetenin epeydir üyesi olmadığı
Basın Konseyi'ne ve herhangi bir sistematik eleştiri geleneği olmayan
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti'ne (TGC) şikâyet edilmesi oldu. Oysa en basit çözüm,
TSK'nın söz konusu gazetenin
genel yayın yönetmenine ve
okur temsilcisine (Gülay Erdemli) başvurması olacaktı.
Bir başka tuhaflık da, geçen hafta burada değindiğim,
Tuncay Güney'in banttan ve canlı olarak TRT ve özel kanallarda görüşlerinin aktarılması ardından yaşandı.
Burada doğrusu yazıldığı halde, bazı köşe yazarları (mesela Mehmet Ali Kışlalı) daha birkaç gün önceye kadar hâlâ "komutanların isimlerini veren
TRT ..." diye iddia edebiliyordu.
Oysa
Güney, o komutanların vs. isimlerini
TRT yayınından önce, başta
Doğan Medya Grubu olmak üzere farklı medya gruplarına ait TV kanallarının denetlemeden yayınladığı
ham sorgu bandında vermişti.
Sapla saman karışırken,
Anadolu Ajansı (AA), bir suç duyurusunu dikkate alan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın,
TRT Genel Müdürü
İbrahim Şahin hakkında 'görevi kötüye kullanma', "suça ve suçluya yardım ve yataklık etme', 'soruşturmanın gizliliğini ihlal' ve 'adil yargılamayı etkileme' gerekçeleriyle soruşturma başlattığı haberini verdi.
Buna göre
Şahin (ve programın yapımcısı) hakkındaki şikâyet "Memur Suçları Soruşturma Bürosu" tarafından soruşturulacaktı.
Gazetecilik yapmaya çabalayan bir kurumun mensuplarının 2009
Türkiye'sinde gazeteci/haberci değil de hâlâ "memur" statüsünde sayılmasındaki
garabeti bir yana bırakalım.
Ve şunu soralım:
Ortada bir "suç" varsa,
Güney konusunda
TRT gibi hatalı yayıncılık yapan o özel kanallar ne olacak?
Bir hukuki süreçle ilgili, her gün, onu hiçe sayan; boşa çıkartma amaçlı, "yargıya müdahale" içerikli yayınlar yapan,
'davalı oluşları' aleyhinde propaganda yapan sanık ve şüphelileri ekranlara pervasızca çıkartıp duran sunucular; savcılarla, polisle, iddianameyi geçersiz gören -bazıları 'davalı'- gazeteci/yazarlar ne olacak?
Eğer ortada "suç" varsa, bunların yaptığı nedir?
Her şeyi mahkemelik etmek, mahkemelerle mahkemelik olmak yerine, acaba biz kendi hatalarımızla ne zaman yüzleşmeyi, ne zaman
temiz gazetecilik yapmayı düşünüyoruz?
Yıllardır, Kardak'ta savaş kışkırtmaktan tutun, "vatan haini yurttaş" teşhir edip onların öldürülmesine azmettirmek, sıradan yurttaşları intihara sürüklemek, masum insanların hayatlarını karartmaktan; en korkunç ihlal ve suçları, işkenceyi.. görmezden gelmekten sicilleri iyice kabarmış meslektaşlarımız, kendilerini temizlemeden
Türkiye'nin mutlu ufuklara yol alacağını mı düşünüyor acaba?
Türkiye'de insanlar
o kirli sicili unuttular mı sanıyorlar, ne dersiniz? Medyada bugünlerde yaşanan,
pis bir mahalle yaygarasıdır.
Basını ancak
dürüst ve vicdanlı gazeteciler düze çıkaracaktır.
Bunun yolu geçmişimizdeki
mesleki sabıkalarla yüzleşmektir.
Ki, bugünü doğru anlayıp anlatalım.
Ki, gelecek kuşaklara düzgün bir mesleki miras bırakalım.
Yayın tarihi: 26 Ocak 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/26//baydar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.