"Güzel sanatlar içinde en güzeli, güzel yaşama sanatıdır" diye kaç kez yazdım size yıllar içinde..
..Ve işte bir film.. Sloganı "Hayat, en değerli sanat eseridir" olan
Barcelona..
Son sözü baştan söyleyeyim. Bu filmi mutlak gidin, mutlak görün..
Bir defa izlerken fevkalade eğlenecek, hoş vakit geçireceksiniz. Hoş film çünkü.. İkincisi, çıktıktan sonra oturup düşünecek, belki de izleyen dostlarınızla uzun uzun tartışacaksınız..
Hayat nedir?. Arzu, ihtiras, tutku, şehvet, tatmin, aşk, ihanet, gurur, nedir?. Bunlar kişilere, ortama göre değişirler mi?.. Değişmeliler mi?.
Dünya kurulduğundan beri tartışılan, insanlığın sonu gelene dek de tartışılacak olan bu konuları böyle keyifli bir filmin ardından bir kez daha düşünmek hatta filmi izlemekten de hoş olabilir..
Açılışa bakar mısınız?.
Barcelona'ya yaz geçirmeye gelen iki Amerikalı genç kız, Scarlett Johansson ve Rebecca Hall bir restoranda yemek yerlerken, daha önce bir sanat galerisindeki kokteylde gördükleri bohem bir İspanyol ressam Javier Bardem masalarına geliyor ve diyor ki.. Tanışmıyorlar ve henüz birbirlerinin adlarını bile bilmiyorlar, dikkat buyurun..
"Özel bir uçakla bir saat sonra Oviedo'ya gidiyorum. Benimle gelir misiniz?. Orada harika bir heykel var onu görürüz. Sonra etrafı gezer, güzel şeyler yer, iyi şaraplar içer, üçümüz birlikte sevişiriz.." Kızların biri hele tam iyi yetişmiş Amerikan kızı, üstelik nişanlı.. Şoka bakar mısınız?. İspanyol diyor ki..
"Hayat ne kadar anlamsız.. Ne olacağı da belli değil. Fırsat geçince değerlendirmek, renklendirmek, güzelleştirmek hoş değil mi?. Niye ille uzun uzun gelişmeleri bekleyip vakit kaybedelim ki?." Birden geçmiş yıllara döndüm.. 1980'e.. Moskova Oyunları'na.. Bir gazeteci arkadaşımız vardı. Adı şimdi lazım değil.. Yakışıklı, hoştu.. Film yıldızı gibi.. Olimpiyatlar süresince, hangi ortamda olursa olsun, tribünde, metroda, gece kulübünde, restoranda, hoşuna giden bir kız görürse yanına gider ve bizim alaylarımıza konu olan, adeta ezberlediği tiradını söylerdi..
"Bakın ben sizden çok hoşlandım. Ama Moskova'da vaktim çok az. Birkaç gün içinde gideceğim. Bu yüzden romantik gelişmeleri beklemeye vaktim yok. Siz de eğer benden hoşlandıysanız, hemen şimdi, burada başlayalım.."
Biz gülerdik.. Bazen ayni masadan dansa kaldırdığı kızların kulaklarına tamamen ayni şeyi söylediğinden, kızlar da birbirlerine anlatıp kıkırdarlardı.
Hepimizin günlük eğlencesi haline geldi birkaç gün içinde..
Ama Moskova'da en güzel, en renkli, en anılarla dolu hayatı o yaşadı..
Çünkü tıpkı onun gibi düşünen "Birbirimizden hoşlandıysak, merasime peşrevlere ne gerek var. Bir daha belki hiç karşılaşmayabiliriz. O zaman bu günü, bu geceyi yaşayalım. Hayatta ne yaşasak kârdır" diyen pek çok genç kız da vardı..
Biz güldük. O yaşadı!..
Bizim delikanlının 1980'deki açış cümlesi, 28 yıl sonra Woody Allen'in senaryosuna temel olmuş iyi mi?.
Filmde Veysel de var.. "Kavuşamazsın, aşk olur" diyen Veysel gibi konuşuyor Penelope Cruz, İspanyol Ressamı deli gibi seven eski karısı. Adam da ona aşık çılgınlar gibi.. Ama birlikte yapamıyorlar. Birbirlerini öldürmeye kalkıyorlar hatta.. "Başaramıyoruz. Bir şey eksik ondan.. Aşk da bu işte.. O zaman bitmiyor.."
Veysel "Kavuşamazlarsa aşk olur" diyor.. Woody Allen "Başaramazlarsa.." Sonuçta ayni kapıya çıkıyor ikisi de.. Bence filmi görün.. Hatta bana kısa, ama çok kısa en önemli, en öz fikrinizi de yazın, belki bir derleme yaparız..
Ben Woody Allen filmlerini pek sevmem. Çok Amerikandırlar. Hatta çok
New York.. Bu defa "
Barcelona" olunca, eleştiriler de iyi gelince, kalktım gittim.
Ama size bir şey diyeyim mi?.. Bu filmi gene de Avrupalıların, mesela İspanyol, ya Fransızların yapmasını isterdim.
Allen gene Amerikan ahlakı, Hollywood mahallesinin baskısı altında kalmış.
Bir de film R, yani sadece yetişkinler reytingi almasın diye alabildiğine kontrollü çekmiş.
Amerika halkı filmin genel içeriğinden rahatsız olmasın diye "Komedi" demiş türüne bir defa.. "Ciddiye almayın, gülün geçin" der gibi.. Film Golden Globe'de en iyi seçildi, ama Komedi ve Müzikal dalında. En İyi Film dalında yarışmadı, mesela..
.. ve de mesela.. Mesela..
Ressam, iki Amerikalı kızla da sevişiyor. Ama nişanlı kızla seviştiği sahne yok. Onu siz tahmin ediyorsunuz. Özgür kızla sevişmesi ise çok ölçülü de olsa var. Niye.. Amerikan ahlakı evlenmek üzere olan tipik Amerikan genç kızının tanımadığı bir yabancı ile sevişmesini izlemekten hoşlanmaz da ondan.. Filmin ilerleyen bölümlerinde nişanlı kız evleniyor ama kopamadığı ressamın kucağına bir daha düşüyor.. Tam sahne gene kararacakken birden eski eş dalıyor sahneye ve Amerika'nın namusu kurtuluyor..
Bir İspanyol, bir Fransız yönetmen bu senaryodan, aşkın, tutkunun, romantizm ve erotizmin şiirini çıkarırdı. Hoş bir Amerikan salon komedisinin çok ötesinde..