Osmanlı İstanbul'undan anılarını bizlere aktaran yazarlar ne yazık ki kalmadı. Ahmet Rasim, Refii Cevat Ulunay, Burhan Felek gibi meslek büyüklerimiz artık hayatta değiller.
"Fuhş-u Atik" gibi,
"Sayılı Fırtınalar" gibi kitapları ne okuyan var, ne de bu kitaplar artık ilgi çekiyor.
Oysa onları okurken, mesela
"Mahalle" olgusundaki aktörlerin rütbelerini de öğrenirdik.
Örneğin başlarına sıfır kalıp siyah fes, sırtlarına altından sakız kuşağı görünen camadanvari yelek, yakası büzmeli siyah gömlek, bacaklarına bol paçalı pantolon, ayaklarına da arkası basık yumurta ökçeli kundura giyen
"Kabadayılar "ın, küçültmek istedikleri kişilere
"Külhanbeyi" dediklerini bilirdik...
O yazarların anlattıklarında, bugünü de anlamamıza yarayacak kıssalar ve hisseler doluydu.
Ergenekon davası dolayısıyla avukatların, savcıların ve yargıçların devrede olduğu tartışmaların gündemde bulunduğu günümüzde, eski İstanbul'un acar avukatlarına ait bir anekdotu, bu kitaplardan aklımda kaldığı kadarıyla aktarayım.
Tecavüz değil birleşme Hâkimin önünde bir tecavüz davası vardır. Mahallenin bıçkını, bir genç kıza tenhada tecavüz etmiştir. Bıçkını da sözünü ettiğimiz acar avukatlardan biri savunmaktadır.
Duruşmada sanığın avukatı, tecavüz edilen kıza, mütecavizi işaret ederek sorar:
- Bu adam seni yere yatırıp, soydu mu? Kız
"Evet " der.
Avukat sert bir ifade ile kızı azarlar gibi sorar:
- Yoksa bu sırada bağırıp çağırdın mı? Kız bu üsluptan ürkerek,
"Hayır, bağırıp çağırmadım" diye cevap verir.
Bu cevap üzerine avukat hâkime döner,
"Gördüğünüz gibi bu bir tecavüz vakası değil, gönül rızası ile gerçekleşen bir birleşmedir" der.
Ergenekon davası dolayısıyla hatırladığımız bu anekdottaki tecavüze uğrayan genç kızı, şu anda demokrasimiz veya yasama organımız temsil etmiyor mu?
Dün Radikal'de İsmet Berkan durumu pek güzel anlatmıştı:
"Biz hâlâ savcının ek iddianame mi hazırlayacağını yoksa yeni bir dava mı açacağını bilmiyoruz. Bilmediğimiz başka bir şey, savcının 2003-2004 yıllarındaki darbe girişimlerini soruşturmasına dahil edip etmediği.
Eğer bu girişimler soruşturmaya dahil değilse, Ergenekon'da gerçekte neyin soruşturulduğunu merak etme hakkımız doğar.
Derin sessizlik Ama savcıya da fazla yüklenmemek gerek bence. Baksanıza, darbeyle devrilecek olan hükümet bile konunun üzerinde neredeyse hiç durmadı, ne
'Sarıkız' ı ne de
'Ayışığı-Yakamoz' planlarını araştıracak, soruşturacak bir şey yaptı.
Sadece hükümet mi? Baksanıza Meclis, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'in
'Darbe günlükleri' hakkında bir '
Meclis araştırması' açılmasını bile sağlayamadı. Siyaset kurumu, Ergenekon'a çok uzak duruyor, hele hele darbe girişimlerini duymak bile istemiyor."
Darbe ile devrilecek olanların olayı sessizce izlediği bu ortamda biz medya mensupları birbirimizle boğuşup duruyoruz.
Bu boğuşma öylesine çileden çıkmış durumda ki, yeraltından Silahlı Kuvvetler'e ait kaçırılmış silahlar ve cephane çıkıyor. Yine de bazılarımız bunu hiç yokmuş gibi görmezden gelip,
"Ergenekon yoktur " diye boğuşmamızı sürdürmüyor muyuz?
Bir de CHP Genel Başkanı Baykal'ın Ergenekon avukatlığına soyunması yok mu ortada?
Belki Nasrettin Hoca, olayı anlamamıza yardım edebilir.
İnsanlar ve öküzler Bostan'a birkaç kavun karpuz toplamak için izinsiz giren Hoca, bostan bekçisine yakalanmış.
Bostan bekçisi öfkeyle sorgulamış Hoca'yı:
- Ne arıyorsun bostanımda? Hoca ne desin?
- Sıkıştım, defi hacet ediyordum ağam, demiş.
Bekçi üstelemiş,
"Nerede dışkın" diye sormuş.
Hoca çaresiz, ilerideki öküz pisliğini kanıt olarak göstermiş.
Bu kanıt bostan bekçisini daha da öfkelendirmiş, bağırmış Hoca'ya:
- Bu gösterdiğin öküz pisliği! Hoca bu noktada gülmüş,
- Ağam insan gibi edecek vakit mi bıraktın ki, demiş.
Ne dersiniz Ergenekon aceleye mi getirildi?
Şöyle adam gibi darbe yapacak vakit tanınmadan, dava açmak, zanlıları gözaltına almak, silahları bulmak, sizi de rahatsız ediyor mu?
Yayın tarihi: 16 Ocak 2009, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/16//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.