Ergenekon soruşturmalarıyla iç içe geçen ve bize
Susurluk sorununa yeniden dönme olanağı veren gelişmelerin çok önemli bir noktaya gelip düğümlendiğini öncelikle belirtmeliyim.
Bu düğüm noktası saklanmış bazı esliha ve mühimmatın ortaya çıkmasıdır. Söz konusu birikimin
NATO silahları olup olmadığı başlı başına bir meseledir. O durumda belli bir kesimin bu silahları kullanmak suretiyle bazı girişimlerde bulunmak istediği kanısına varılacağı gibi silahların
NATO'ya ait olmaması da bir o kadar önemlidir. O şartlar dahilinde de gene belli bir kesimin devlete ait silahları çok farklı amaçlarla kullandığı kanıtlanacaktır.
Hangi durum söz konusu olursa olsun işin ucu dünkü yazımda belirttiğim noktaya geliyor.
Bazı insanlar "devletin varlığını" sağlamak maksadıyla ve kendilerini devleti koruma bakımından farklı bir yetki ve davranış salahiyeti içinde görerek onu diledikleri gibi biçimlendirme, yönlendirme yoluna gidiyor, bunun için gerektiğinde silahlı yeraltı örgütü kurmaktan çekinmiyor. Darbelerin vazgeçilmez gerekçesi Bu,
"hikmet-i hükümet" kavramını kendisine ideoloji edinmiş insanların davranış biçimidir. Buna karşı, diyorum ki,
hukuk devleti vardır ve o devlet böylesi gelişmelere izin ve olanak vermez, vermemelidir.
Neredeyse kimsenin üzerinde durmadığı bu ilişkiden hareketle çok önemli saydığım bir noktaya gelmek istiyorum.
Yakın dönem siyasal hayatında atılmış bütün demokrasi dışı adımlar devletin varlığını devlet adına sağlamaya dönük devlet dışı girişimlerdir. Bu girişimde bulunanlar için devletin varlığı devletin sürekliliğiyle eş anlamlıdır ve dikkatle izleyenler bizim siyasal dilimizde bunun çok sıklıkla tekrarlandığını görecektir.
"Devletin iç ve dış düşmanları" kavramı bu tanıma cuk oturur.
Hayali ve sürekli bir düşman oluşumundan söz etmeye başladığınız andan itibaren devletin meşru kurumları da meşru kadroları da sizin için "düşman" olabilir. Bu söylediğim bütünüyle doğrudur ve kanıtı sürekli olarak
"iş başında bulunanların gafleti" ne dönük atıflardır.
Türkiye sürekli olarak sorumluluğunun gereğini yerine getirmeyen, gaflet içindeki insanlarla idare edilmekte, daha doğrusu edilmemektedir. O halde...
Çete değil darbeci Açıp, bugüne kadar gerçekleştirilmiş darbelerin gerekçelerini okuyunuz. Hepsinde hükümetlerin (yani meşru yönetim organının), parlamentonun görevini yapmaması, darbenin meşrulaştırıcı nedeni olarak ortaya koyulmuştur. Kısacası,
"darbe" düşmanı ortadan kaldırmak ve devleti anti demokratik bir biçimde "olması gerektiği gibi" (yeniden) biçimlendirmek isteyenler tarafından yapılmıştır. Bu bakımdan
Susurluk dün yazdıklarımla bugün söylediklerimin kesiştiği kavşakta yer alan anti demokratik arayışların bir uzantısıydı. Bugün o oluşumun daha sonra nerelere kadar uzandığını gösteren kanıtlara, bulgulara erişiliyor. Ben de bu noktada önemli saydığım bir saptamada bulunmak istiyorum.
Türkiye'de artık hiç kimse ortaya çıkmış bu tablodan sonra olayların üstüne gitmekten kaçınılmasını istemez. (Ayrıca niçin ve nasıl istesin?) Fakat ortaya çıkmış tablonun "çete" kavramı içinde sorgulanması ve irdelenmesi bana kalırsa hem yetersiz hem de yanlıştır. Asıl sorgulamanın yapılması gereken kavram "darbe"dir ve "darbecilik"tir. Ancak darbe/cilik çıkış noktası olarak alınır ve bugünkü oluşum görünürgörünmez bütün boyutlarıyla ortaya koyulursa bu hukuk devletinin haydut devlet karşısındaki başarısı olacaktır.
Üstünde bulunduğumuz Sırat köprüsünün iki kıyısında bu iki birbirine taban tabana zıt olgu vardır.
Türkiye bu köprüde şimdi hangi kıyıya yürüyeceğine dönük bir karar verecektir. Belki kolay olmayan ama zorunlu olan bir karardır bu.
Yayın tarihi: 15 Ocak 2009, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/15//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.