kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
24 Aralık 2008, Çarşamba
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Yılmaz: Türkiye'nin risk priminde artış yaşandı

AA
Giriş Saati : 24.12.2008 18:37
Güncelleme : 24.12.2008 20:18
Yeni Haber
Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, geçmiş dönemde dalgalı kur rejiminin çok önemli bir görev gördüğünü ve adeta dalgalanmaları emerek, bugünlere gelinmesini sağladığını belirtti.

İstanbul Sanayi Odasının (İSO) Aralık ayı Meclis toplantısına katılan Yılmaz, uluslararası ekonomideki gelişmeler ve Türkiye'ye etkileri, Türkiye'de finansal istikrar ve para politikasına ilişkin bir sunum yaptı.

Yılmaz, kur rejiminin değiştirilip değiştirilmemesi gerektiği konusunda tartışmaların yürütüldüğünü hatırlatarak, kredilerin ve dış ticaretin daralma göstermesinin, iktisadi faaliyet ve enflasyonu düşürücü yönde etkileyeceğini, döviz kurlarının artış göstermesinin ise iktisadi faaliyeti yavaşlatırken enflasyon üzerinde yukarı yönlü etki yaratacağını anlattı.

Dalgalı kur rejimi uygulayan bir ülkede, küresel krizin büyümeye etkisi yavaşlatıcı yönde olurken, enflasyona etkisinin ülkeden ülkeye farklılık göstereceğini ifade eden Yılmaz, şöyle konuştu:

''Geçtiğimiz dönemde dalgalı kur rejimi çok önemli bir görev görmüş ve dalgalanmaları adeta emerek, bizleri bugüne getirmiştir. Öte yandan, sabit kur rejimi altında ise bu tabloda önemli bir farklılık oluşmaktadır. Döviz kuru sabit olduğu için enflasyon üzerinde yukarı yönlü bir baskı oluşmaktadır. Ancak sermaye çıkışı sonucunda faizlerin genel düzeyinde dalgalı kur rejimine göre daha yüksek artışlar gözlenmektedir. Bu nedenle parasal sıkılaştırmanın çok kuvvetli şekilde yaşanması, iktisadi faaliyette keskin bir düşüş yaşanmasına neden olmaktadır. Aslında sabit kur sistemi altında para politikanız yoktur. Sonuç olarak küresel krizin sabit kur rejimi uygulayan ülkelerdeki hem enflasyonda hem büyümede çok daha şiddetli düşüşler şeklinde ortaya çıkmaktadır.''

Yılmaz, küresel likidite koşullarında gözlenen olağanüstü koşullarındaki gelişmelerin, Türkiye'yi de olumsuz yönde etkilediğine işaret ederek, hem ticaret hem portföy hem de kredi kanallarından Türk ekonomisinin uluslararası piyasalardaki gelişmelerden ciddi olarak etkilenmeye başladığını vurguladı.

Türkiye'nin risk priminde, diğer gelişmekte olan ülkelere paralel bir artış yaşandığını dile getiren Yılmaz, ''Ancak Türkiye'nin risk primindeki bu artışın, gelişmekte olan ülkelere göre daha düşük bir seviyede gerçekleştiği dikkat çekmektedir'' dedi.

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, 2006 yılının Mayıs ve Haziran aylarındaki dalgalanmada, dünyadaki piyasalardan kopuk bir gelişme gösteren Türkiye'nin, bu dalgalanmada ise uluslararası piyasalarla birlikte hareket ettiğini, hatta bazı dönemlerde daha iyi performans gösterdiğini söyledi.

''BÜYÜMENİN 2010 YILINDA BELİRGİN ARTABİLECEĞİ ÖNGÖRÜLÜYOR''


Krizin Türkiye üzerindeki etkilerine bakıldığında, bankaların finansman imkanları üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle sınai faaliyetlerde önemli gerileme gözlendiğini, yatırım harcamalarındaki düşüşün devam ettiğini, özel kesim tüketim harcamalarında gerileme gözlendiğini bildiren Yılmaz, büyüme perspektifine ilişkin olarak ise şunları kaydetti:

''Özellikle 2008 yılı Eylül ayından itibaren piyasadaki belirsizliklerin artması ve risk iştahındaki gerileme neticesinde büyüme beklentilerindeki bozulma daha belirgin hale gelmiştir. IMF ve OECD gibi uluslararası kuruluşlar, Türkiye ekonomisinin önümüzdeki sene içerisinde yüzde 2 civarında büyüyeceğini tahmin etmektedirler. Ancak küresel ekonomideki toparlanmayla birlikte büyümenin 2010 yılında belirgin şekilde artabileceği öngörülmektedir.''

Reel sektör, kamu sektörü ve mali kesimin borç çevirme oranının 2001 krizi dahil olmak üzere yüzde 100'ün altına düşmediğini belirten Yılmaz, ancak o dönemde dünyada likidite sıkıntısı yaşanmadığına dikkati çekti.

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, alınan önlemlerin, öncelikle kredi mekanizmasında aksaklık varsa, bu aksaklıkların giderilmesine yönelik olması gerektiğini belirterek, ''her paket önerisinin gerçekçi, toplumsal maliyet getiri analizinin iyi yapılması gerekiyor ve orta ve uzun vadeli toplumsal çıkarların iyi gözetilmesi gerekiyor'' dedi.

İstanbul Sanayi Odası'nın (İSO) aralık ayı meclis toplantısına katılan Yılmaz, uluslararası ekonomideki gelişmeler ve Türkiye'ye etkileri, Türkiye'de finansal istikrar ve para politikasına ilişkin bir sunum yaptı.
Mali sorun çıktığında ekonomiler için üç savunma hattı bulunduğunu belirten Yılmaz, bunlardan birincisinin, sorun ilk çıktığında para politikasıyla tepki verilmesi olduğunu, bu konuda ya faiz oranlarının düşürüldüğünü, piyasaya likidite verildiğini veyahut da para politikasının duruşunu değiştirmeden ihtiyaç duyulan likiditenin verilmesi olduğunu anlattı.

Yılmaz, birinci savunma hattının yeterli olmaması durumunda mevzuata dönülerek, alınması gereken tedbirler olup olmadığına bakıldığını dile getirerek, 2007 Ağustos ayından bu yana diğer ülkelerde bunun da yapıldığını, bu savunmanın yeterli olmaması halinde son tahlilde, bu işin, kamunun, vergi mükellefinin üzerine yük olarak geldiğini söyledi.

Durmuş Yılmaz, şu anda yaşanmakta olan krizin üçüncü aşamasının bu olduğunu kaydetti.

HERKESİN YANITLANMASINI BEKLEDİĞİ SORU

Konuşmasının sonunda, herkesin yanıtlanmasını beklediği ortak bir soru olduğunu dile getiren Yılmaz, bu soruyu, ''Hemen hemen her ülke harcama artırıcı bütçe paketi hazırlıyor. Türkiye'nin de aynı uygulamalara bir an önce gitmemesi hatalı değil mi?'' diyerek dile getirdi.

Yılmaz, gelişmiş ülkelerde açıklanan paketlerin iki gruba ayrılabileceğini aktararak, birinci gruptaki paketlerin krizin ilk aşamasında finansal dalgalanmaları önlemeye yönelik olarak bankacılık sistemine yardımı içeren paketler olduğunu, ikinci gruptaki paketlerin ise daha sonraki aşamada ortaya çıkmaya başladığını, bunların, kriz finansal sektörden reel sektöre yaygınlaştıkça ekonomik küçülmeyi azaltmaya yönelik olarak kamunun harcamalarını artırmasına ya da reel sektöre kredi desteği vermesine ilişkin olduğunu bildirdi.

Türkiye'nin bankacılık sistemi ile ilgili olarak, destek paketini 2001 yılında uyguladığını hatırlatan Yılmaz, ''Türkiye daha sonraki yıllarda ödevini iyi yapmış, bankacılık sistemini çok sağlıklı bir hale getirmiştir. Dolayısıyla Türkiye'de nakit önlemler içeren birinci gruptaki gibi mali yük getirecek bir destek paketine ihtiyaç yoktur ve duyulmamıştır. Biz bunu çünkü 2001'de yaptık'' dedi.

Yılmaz, ancak Merkez Bankasının, finansal piyasalarda güveni artıracak likidite önlemlerini etkin bir şekilde aldığını ve bankanın değişen koşullara göre, gereken önlemleri esnek bir şekilde almaya devam edeceğini de açıkladığını ifade ederek, şimdi tartışılanın, Türkiye'de ikinci grupta yer alan reel sektörü canlandırmaya yönelik, kamu harcamalarının artırılmasına ya da reel sektöre kredi yardımında bulunmasına yönelik bir paket hazırlanması gerekliliği olduğunu belirtti.

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, bu konudaki görüşlerini şu şekilde özetledi:
''Türkiye'de reel faizler görece olarak yüksek, vadeler kısa. O zaman Türkiye'de risk priminin neden yüksek, vadelerin neden kısa olduğunu sorgulamamız gerekiyor. Buna göre Türkiye'deki risk priminin, dolayısıyla reel faizlerin zaman içerisinde çok yüksek düzeylerde kademeli olarak düşüş eğilimi göstermesi, mali disiplinden ödün verilmemiş olmasıdır. Dolayısıyla eğer Türkiye'de vadelerin uzamasını, reel faizlerin daha da düşmesini istiyorsak, bir, fiyat istikrarından; iki, mali disiplinden ödün vermememiz gerekmektedir.
Diğer yandan, gelişmiş ülkelerle gelişen ülkeleri birbirinden ayıran önemli bir faktör de paralarının uluslararası piyasalarda genel kabul gören rezerv para niteliğinde olup olmamasıdır. Diğer gelişen ülke paraları gibi, Türk lirasının da bir rezerv para olmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bu şu anlama gelir; eğer kamu harcamalarını artırarak, bütçe açığını yükseltirseniz, bu hemen risk priminizin artmasına, faizlerin yükselmesine neden olur. Dolayısıyla her ülke, resesyondan kaçınmak için mali önlem paketlerini hazırlarken, paketin toplumsal getiri maliyet analizini çok iyi yapmak, çok iyi düşünmek zorundadır. Mali politikaların maliyetini de önemli ölçüde reel faiz düzeyinde belirliyor. Buna göre, paraları rezerv para niteliğinde olmadığı için, Türkiye gibi gelişen ülkelerin genişleyici mali politika alanları dardır, sınırlıdır.''

''EKONOMİNİN DARALDIĞI DÖNEMLERDE, PARA POLİTİKALARININ GEVŞETİLMESİ MÜMKÜN''

Yılmaz, bugün ABD ya da AB'nin bütçe açıklarının artırılabildiğini ancak paraları rezerv para niteliğinde olduğu için o ülkelerde reel faizlerin sıfır, hatta eksi düzeylerde olduğunu kabul etmek gerektiğine işaret ederek, ''Dolayısıyla o ülkeler bütçe açıklarını en azından ucuz bir şekilde finanse edebilmekte, bütçe açıkları reel faizlerin artmasına neden olmamaktadır. Böylece genişleyici mali politikaların en azından kısa dönemdeki toplumsal maliyeti düşük kalmaktadır'' diye konuştu.

Buna karşın, Türkiye gibi ülkelerde artan bütçe açıklarının, bir yandan zaten yüksek olan risk priminin ve reel faizlerin daha da artmasına, diğer yandan kredi olanaklarının daralmasına yol açtığını vurgulayan Yılmaz, ''Sonuçta genişleyici mali politikaların ekonomik aktivite ve refah düzeyindeki net etkisinin negatif olma olasılığı oldukça yüksektir. Dolayısıyla Türkiye'nin genişleyici bütçe politikaları ile ekonomiyi canlandırması olanağı sınırlıdır. Bu nedenle, Türkiye'de genişleyici mali politikalardan ziyade, güveni artıracak önlemlere daha fazla ağırlık verilmesi gerekmektedir'' değerlendirmesinde bulundu.

Durmuş Yılmaz, genişlemeci maliye politikasının uygulanması halinde, o zaman devletin borçlanma ihtiyacının artacağını, artan borçlanma ihtiyacını karşılamak üzere, bankaların buraya kredi vermeye devam edeceklerini ve dolayısıyla sanayici ve iş adamlarının borç alabileceği, yatırım yapabileceği fonların daha da azalacağını anlatarak, şöyle dedi: ''O nedenle bu konuda son derece dikkatli olunması ve selektif ve seçici olunması gerekir diye düşünüyorum. Bu söylediklerim ekonominin daraldığı bir dönemde hiçbir mali önlem alınamayacağı, bir ekonomik paket hazırlanamayacağı anlamına gelmez. Bütçede ekonominin daraldığı dönemlerde, ekonomideki genel dengeleri bozmayacak para politikalarının, zorlamayacak ölçülerde gevşetilmesi mümkündür.
Nitekim, gerek 2008 bütçe gerçekleşmeleri gerek 2009 bütçe hedefleri bu çerçevede değerlendirilmelidir. Dolayısıyla benim söylediğim, mali gevşemeye yol açan net harcama artışının göreceli olarak küçük olması, bu harcamaların da belli sektörlere kaynak aktarılmasından ziyade, üretimin ve üretkenliğin artırılmasını hedeflemesi gerekmektedir. Ayrıca alınan önlemler, öncelikle kredi mekanizmasında aksaklık varsa bu aksaklıkların giderilmesine yönelik olmalıdır. Nitekim bizim açıklamalarımız ve bugüne kadar aldığımız ve alacağımız önlemler bu yöndedir. Sonuç olarak her paket önerisinin gerçekçi, toplumsal maliyet getiri analizinin iyi yapılması gerekiyor ve orta ve uzun vadeli toplumsal çıkarların iyi gözetilmesi gerekiyor.''

Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, krizin ne zaman sona ereceğiyle ilgili beklentisine ilişkin olarak, ABD'de konut fiyatlarındaki düşüşlerin durduğu, konut fiyatı enflasyonunun yavaş yavaş başladığı an bu sorunun sona erdiğini söyleyebileceklerini bildirdi.

İstanbul Sanayi Odası'nın (İSO) aralık ayı meclis toplantısına konuk olan Durmuş Yılmaz, sunumunun ardından İSO üyelerinin türlü konulara ilişkin sorularını yanıtladı.

Yılmaz, Merkez Bankasının 2001 yılından bu tarafa düşük kur-yüksek faiz diye bir politikası olmadığını belirterek, Merkez Bankasına fiyat istikrarı, finansal istikrar görevi verildiğini, fiyat istikrarını sağlamanın önemli olduğunu vurguladı.

Fiyat istikrarının nihai amaç olan üretimin bir ara malı, girdisi olduğunu ifade eden Yılmaz, ''Dolayısıyla, 'hatır için fiyat istikrarı' demiyoruz, yüksek, sürdürülebilir büyüme, düşük faiz, sürdürülebilir düşük faiz için 'fiyat istikrarı' diyoruz. Olaya da bu şekilde yaklaşıyoruz'' dedi.
Türkiye'de değerlenen döviz kuru ile dezenflasyon süreci arasında bir ilişki bulunduğunu kaydeden Yılmaz, normal işleyen bir ekonomide Merkez Bankasının politika faizleri ile sanayicinin, iş adamının, tüketicinin, kredi kartı kullananın, otomobil ve beyaz eşya kredisi alanların muhatap olduğu kredi arasında önemli bir ilişki bulunması gerektiğini söyledi.

Yılmaz, ''Ekonomideki toplam likiditenin çıkış noktası Merkez Bankasının parasal operasyonları... Eğer Merkez Bankasının politika faizleri düşük ise bu oranların da düşmesi gerekir. Ama her zaman böyle çalışmıyor'' dedi.

''BİZ PEYGAMBER DEĞİLİZ''

Brezilya ve Türkiye'de faiz oranlarının yüksekliğinin de risk priminden kaynaklandığını dile getiren Yılmaz, bir soru üzerine de şunları kaydetti: ''Bir Merkez Bankası Başkanı özeleştiri yaptı. Siz de bir özeleştiri yaparak, 'acaba faizle ilgili uygulamalarda bir yanlış yaptınız mı' sorusunu soruyorsanız... Özeleştiri çok kutsal bir şey, herkes yapmalıdır. Biz de insanız, biz de yanlış yaparız, yapabiliriz. Biz peygamber değiliz. Burada birtakım gerçekler var. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki eğer Merkez Bankası faiz indirebiliyorsa, bu, 2006 yılında ve takip edilen dönemde uyguladığımız sıkı para politikasının gereğidir. Eğer bunu yapmasaydık, bu faizleri indiremezdik ve bugünkü uluslararası gelişmelere de şu anda verdiğimiz tepkiyi veremezdik.''

Durmuş Yılmaz, bir soru üzerine de sanayicilere hitaben, ''Ne sizin yaşadıklarınız yalan ne de bizim gördüklerimiz yalan. Sizin yaşadıklarınızı biliyoruz. İkisi de yalan değil'' dedi.

BANKALARA ÇAĞRI

Merkez Bankası Başkanı Yılmaz, bankalar ile reel sektör ilişkisine değinirken de ''Bankalara söyleceğim şu; TCMB olarak sisteme ihtiyaç duyduğu likiditeyi vermeyi taahhüt ediyoruz. Bununla ilgili tedbirler aldık. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde de ihtiyaç duyulduğunda bu likiditeyi vermeye devam edeceğiz. Sizler orta ve uzun vadeli ilişkileri düşünerek, müşterilerinize bizden aldığınızı mümkün olduğu kadar yansıtmaya çalışın'' diye konuştu.
Kurdaki hareketliliğe ilişkin bir soru üzerine de Yılmaz, iş adamının en büyük sıkıntısının kurun yüksek seviyede bulunması değil istikrarı olduğunu vurgulayarak, ''ani inişler ve çıkışlar sizin işinizi zorlaştırıyor, bunu biliyoruz. Sizinle samimi olarak paylaşayım, bolluk dönemi bitti'' dedi.
Uluslararası piyasalarda bolluk döneminin bitmesi nedeniyle maliyetlerin yükseldiğine dikkati çeken Yılmaz, şu anda kıtlık döneminde bulunulduğunu ve bu çerçevenin bir müddet daha devam edeceğinin kabul edilmesi gerektiğini söyledi.
Durmuş Yılmaz, ''krizin ne zaman sona ereceği'' konusundaki beklentisine ilişkin de ''Çıkarsamam şu; ABD'de konut fiyatlarındaki düşüşlerin durduğu, yavaş yavaş konut fiyatı enflasyonunun başladığı an 'bu sorun sona ermiştir' diyeceğiz'' diye konuştu.