kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
19 Aralık 2008, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Esin Küçüktepepınar: "Mevsim her yerde aynı: Sonbahar"

SABAH
Giriş Saati : 19.12.2008 10:01
Güncelleme : 19.12.2008 21:30
Yeni Haber
Sonbahar aşkla yapılmış politik sinema örneği. Film, gençliği 90'lara tekabül eden kuşağın günümüze uzanan melankolisini anlatırken kırılgan hissiyatımıza ayna tutuyor...
Ölüme nasıl yatılır ki? Genç yönetmen Özcan Alper ilk sinema filmi Sonbahar'da bunu ölümcül hastalığı nedeniyle 10 yıllık hapislik halinden azad edilen siyasi suçlu Yusuf'un memleketine, toprağa, denize, ana kucağına dönüşünde yaşadıkları üzerinden anlatıyor bize.

Aslında ölüme yatışı ilk değil. Yusuf'un 'siyasi suçlulara' reva görülen F tipi cezaevi sistemini yani tecriti protesto etmek için ölüm orucuna yattığı düşünülürse yani. Onun bu direniş süresince 'resmen' tüketilen bedeni ve örselenen ruhu, kerhen son demlerini yaşamak durumunda. Yani hapis öncesi ve hapiste verilen mücadelenin temsil ettiği idealizmin karşılığı (daha iyi bir yaşam) ile değiş tokuşta bulduğu değer (ölüm) birbirinden epey farklı da değil, tamamiyle zıt.

SOLUK KESİCİ BİR FİLM
Nitekim ideallerin (aşk da diyebiliriz) hesaba kitaba uymayan ederini Doğu Karadeniz'deki köyüne giden Yusuf (Onur Saylak) ile fahişelik yapan genç ve güzel Gürcü kızı Eka (Megi Kobaladze) arasındaki gönül bağı üzerinden de sorguluyor.

Sonbahar
soluk kesici bir film. Muhteşem doğa manzalarıyla ilerleyen görüntülerini kasdetmiyorum aslında. Dışarıdaki tahta banka yatarak sonsuzluğa dalan/ ölüme yatan hasta Yusuf'un öksürüklerle boğulan nefesi gibi bir ağır hüzünden, melankolinin bir kapalılık duygusundan söz ediyorum. Bu ne içerde, ne dışarıda yani ister dağlarla çevrili doğada, ister demirparmaklıklar arasında, her türlü durumda yaşadığımız kısılmışlığa tekabül ediyor. Bu ketumluğu, Yusuf'u değil etrafındakileri konuşturarak gevşetiyor yönetmen.

Gürcü kızı Eka "Sosyalizm uğruna onca yıl hapis mi yattın, yazık sana" derken Yusuf şu kaybolan idealler çağında onun komşuda (ülkede) bedenini satarak hayatını kazanma zorundalığını hatırlatacak değil elbet. 90'ların başında yaşanan gelişmelerin iki ülkede birbirlerinden tamamen zıt olması bir yana değişen dünya dengeleriyle adalet tartısının da endazesi de çoktan kaçmış zaten.

Filmin Almanya gösterimindeki bir izleyicinin 'politik film gibi ama değil, aşk filmi gibi de ama değil' yorumuna tekabül eden belirsizlik gibi biraz da. Lakin biz, bu belirsizlik hissiyatıyla milletçe ve dünyaca dağılırken film bu iki arada bir derede kalmışlığın üzerine giderek güçleniyor. Ne de olsa bu küreselleşme çağında mevsim her yerde aynı.

Ayrıca umut etmekten umut kesilmediğine dair bir yerlerde ipucu da var. Eka'nın 'Rus romanlarından çıkma gibisin' diyerek isabetle tanımladığı Yusuf ile ilk karşılaştığı yer olan kitapçı rafındaki Yakup Kadri romanlarının 'işgale rağmen memleketin elden gittiğine aymayan millete dair' mesajlarını keşfetmek zor olabilir tabii ki. Ama TV ekranından izlenen Vanya Dayı'nın 'yaşamak her şeye rağmen güzel' minvalindeki acıklı ümidine onlar gibi biz de bakakalabiliriz.

Vizyon tarihinin, tam da filmin derdi olan yani 2000 yılındaki Hayata Dönüş operasyonları kisvesindeki kıyıcı müdahalenin yıldönümüne denk gelmesindeki manidarlık bile kalp burucu elbette. Filmin ilk dakikalarındaki TV arşiv görüntülerinde kısaca izlediğimiz bu müdahale öncesi yapılan uyarıdaki 'yaşamak güzel şeydir' sözlerinin yarattığı çelişkide bulacağımız acıklı ironi ise yaşadığımız dönemin riyakarlığına denk düşüyor.

Bu yıl Adana Altın Koza'da en film dahil aldığı ödüllerin ardından uluslararası festivallerde de baştacı edilen Sonbahar belli ki aşkla yapılmış politik bir sinema örneği. Bu ülkede pek alışık olmadığımız şekilde slogancı olmak yerine estetiğini güçlendirme çabasına girmiş. İlk gençlik dönemi 90'lı yıllara tekabül eden bir kuşağın günümüze uzanan melankolisini tasvir ederken mevcut kırılgan hissiyatımıza bir nevi tercüman oluyor. Kurban verilen Yusufları hatırlatarak bu mücadelenin boşa gitmemesi gerektiği alçak perdeden ama açık mesajına mutlaka kulak verin.

Yönetmen: Özcan Alper
Oyuncular: Onur Saylak, Megi Kobaladze, Serkan Keskin, Gülefer Yenigül
Süresi: 99 dakika