Çalışmaların önemli bölümünü izlediğimiz için biliyoruz, Türkiye'nin BM Güvenlik Konseyi üyeliği seçimini -
hem de birinci turda- kazanmasının arka planında müthiş bir diplomatik seferberlik ve başarılı koordinasyon yatıyor. Bu 5 yıllık maratonun her etabındaki çabaları dökmeye kalksak, yerimiz yetmez. Sadece birkaçını hatırlatalım.
- Dışişleri Bakanı Ali Babacan, 150'yi aşkın ülkenin dışişleri bakanıyla ikili görüşmeler yaptı.
- İstanbul 170'i aşkın ülkenin devlet başkanlarını, başbakanlarını ya da dışişleri bakanlarını ağırladı. Konuklar arasında İstanbul'a gelinceye kadar haritada
Türkiye'nin yerini göstermekte zorlanacaklar da vardı: Samoa, Fiji Adaları, Yeşil Burun Adaları, Lesotho, Namibya, Caicos, Virgin Adaları, Bahamalar gibi.
-
Türkiye dünyanın her coğrafyası için özel zirve toplantıları hazırladı: "En az gelişmiş ülkeler için küreselleşme ve kalkınma toplantısı", "TürkiyeAfrika işbirliği zirvesi", "TürkiyeKarayip Devletleri Birliği toplantısı", "Denize kapalı gelişmekte olan ülkeler toplantısı", "TürkiyePasifik adaları dışişleri bakanları toplantısı", "GüneyGüneş işbirliğine
Türkiye'nin katkısı toplantısı" gibi. Bu toplantıların her biri
Türkiye'nin bugüne kadar hiç ilgi göstermediği, hatta çoğuyla diplomatik ilişkisinin bile bulunmadığı ülkelerle temas kurmasını sağladı.
- İslam Konferansı Örgütü, Afrika Birliği, Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi gibi uluslararası kuruluşlarla neredeyse her altı ay bir ortak etkinlik düzenlendi.
- Dahası, "Bağlantısızlar zirvesi", "Amerika Devletleri Örgütü zirvesi" gibi
Türkiye'nin coğrafi ve askeri-siyasi konumuyla ilgisi bulunmayan platformlarda yer alındı. Kiminde gözlemci, kiminde konuk olarak.
- İnanmayacaksınız ama; iki yıl önce Havana'da yapılan "Sosyalist ülkeler zirvesi"nde bile
Türkiye boy gösterdi.
Basılmadık toprak kalmadı - 10 büyükelçi 5 yıl boyunca tüm mesailerini
Türkiye'nin diplomatik misyonunun bulunmadığı ülkelerle diyalog kurmaya harcadılar. Pasifik'ten Atlantik'e, Afrika'dan Orta Amerika'ya kadar 75'i aşkın ülkeyi ziyaret ettiler.
-
Türkiye bu seferberliğe 50 milyon dolarlık bütçe ayırdı. 15 milyon dolarını ada devletlere yardım olarak dağıttı, 20 milyon dolarını yoksul ülkelerin BM'ye aidatlarını ödemekte kullandı. Ayrıca
gelişmemiş ülkelere ve küresel programlara (açlıkla, cehaletle, salgın hastalıklarla mücadele gibi) yılda ortalama 650 milyon dolara ulaşan yardımıyla "Yükselen donör ülke" konumunun getirdiği prestiji iyi değerlendirdi. Ve 192 ülkeden 128'inin desteğinin yeterli olacağı seçimi 151 oyla kazandı. Bir başka deyişle, BM'nin her 5 üyesinden 4'ünden fazlası
Türkiye'ye oy verdi. Daha önemlisi -her ne kadar oylama gizli de olsa- BM kulislerine sızanlara göre, hem ABD, İngiltere gibi Batı ittifakının orta direkleri, hem de Rusya ve Çin gibi büyük güçler
Türkiye'nin üyeliğinde birleşti.
Uzak dağların çamları Bu başarının somut sonucunu bir cümleyle özetlemek gerekirse, "Türkiye bölgesel güç konumundan küresel aktörlüğe yükseldi." Ama bu yeni konum, Türkiye'ye yeni sorumluluklar da yüklüyor. Elbette BM Güvenlik Konseyi üyeliği sayesinde (Dönüşümlü başkanlık sistemi uyarınca en az bir kez, bir aylığına Konsey Başkanlığı da yapacak) Kıbrıs ve terör gibi kendi sorunlarında, Irak, Filistin-İsrail, Suriye, Lübnan, İran, Afganistan ve en önemlisi Kafkaslar gibi kendisini de bire bir ilgilendiren bölgesel sorunlarda hem birikimini, hem de görüşlerini daha iyi anlatma ve daha çok dinletme imkânını elde edecek. Ancak
BM Daimi temsilcimiz Büyükelçi Akın İlkin'in belirttiği gibi, Güvenlik Konseyi gündeminin yüzde 30 kadarını Türkiye'nin çevresindeki sorunlar oluşturuyor. Asıl ağırlık Afrika konularında ve küresel meydan okumalarda. Bu da, kamuoyunun ilgilendikleri listesinin epeyce altlarında olan sorunların önümüzdeki iki yıllık dönemde gündemimize girmesi anlamına geliyor. Birkaçını sayalım:
Aşırı nüfus artışının riskleri. Doğal kaynakların tükenmesi. Çevre krizi. Türlerin hızla yok olması. BM'nin önümüzdeki 10 yılda dünyada açlığı ve yoksulluğu yarıya indirmeyi öngören "Hedef 2015" programı...
Biz
Türkiye'nin iki yıllık BM Güvenlik Konseyi üyeliği boyunca fırsat buldukça bu sorunlar kadar bazı dikenli konuların potansiyel riskleri üstünde de duracağız. Örneğin, Batı Sahra sorunuyla ilgili çözüm planı Güvenlik Konseyi'ne geldiğinde hangi yönde oy kullanılacak? Fas mı gücendirilecek, yoksa Cezayir mi?
Sevdiğimiz bir Ege deyişi var: "Karşı dağda çam devrilse dikenleri bizim göğsümüze batar."
Türkiye de bundan böyle dünyanın tüm dağlarında devrilecek çamların dikenlerini bedeninde hissedecek. Küresel aktörlük böyle bir şey...
Yayın tarihi: 19 Ekim 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/19//haber,814C829506424B3981C8C533FC5222A9.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.