kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
3 Ekim 2008, Cuma
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Üç yıl sonra

AB ile üyelik müzakerelerinin açılmasının bugün üçüncü yıldönümü. 3 Ekim 2005 Cuma gününün anıları belleğimizde olanca tazeliğini koruyor.
Esenboğa Havalimanı'nda saatlerdir bekliyorduk. Ama günümüzün Cumhurbaşkanı, dönemin Dışişleri Bakanı Gül, Lüksemburg'tan uygun mesaj gelmedikçe yola çıkmamaya kararlıydı: "Ya tüm adaylarla eşit statüde olduğumuz vurgulanır, ya da bu burada biter."
O gün önce AB Daimi Temsilciler Komitesi (COREPER) toplanmıştı ve malum ülkeler görüşmelerin yol haritası olacak Müzakere Çerçeve Belgesi'ne kendi taleplerini koydurmak için her türlü entrikaya başvurmuşlardı. Kıbrıs Rum yönetimini tanımadıkça Türkiye'nin AB'ye üyeliği söz konusu olamaz gibi. Ermeni soykırımını tanımanın önkoşul yapılması gibi. İmtiyazlı ortaklık seçeneğinin belgede yer alması gibi.
Ankara hepsine "Hayır" demişti. Bunun üstüne AB dışişleri bakanları toplantıya çağrılmıştı. Onlar da 4 saat tartışmışlardı. O 4 saat boyunca biz Esenboğa'da, Gül ise Dışişleri'nde beklemiştik.
Sonunda, Dönem Başkanı İngiltere'nin çabalarıyla Ankara'yı tatmin edecek bir formülde uzlaşılmıştı: Belgede "Görüşmelerin hedefinin tam üyelik olduğu" açıkça belirtilecekti. Ama "Müzakerelerin ucunun açık olması", "Üyelik gerçekleşmezse AB kurumlarına sıkı bir şekilde bağlanması" ifadeleri de yer alacaktı. Ayrıca "Üyeliğin AB kurumlarının yeniden yapılandırılmasından sonra mümkün olabileceği" ve "AB'nin sindirim kapasitesinin göz önünde bulundurulacağı" gibi koşullar da girmişti.
Türkiye bu metni kabul edilebilir buldu ve gecenin bir vaktinde Gül, Dışişleri görevlileri ve biz bir avuç gazeteci Lüksemburg'a uçtuk.
AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso, genişlemeden sorumlu üye Olli Rehn, Dönem Başkanı İngiltere'nin Dışişleri Bakanı Jack Straw ve bir sonraki Dönem Başkanı Avusturya'nın Dışişleri Bakanı Ursula Plassnik bir odaya geçtiler. Çıktıklarında AB Konseyi'nin 16-17 Aralık 2004'teki Brüksel zirvesinde Türkiye ile müzakerelerin açılması için belirlediği 3 Ekim 2005 tarihi, yani geceyarısı geçmişti. Ona da çözüm bulundu; İngiltere saatine göre henüz günün bitmediği kararına varıldı ve 00.48'te müzakerelerin açılması anlaşması imzalandı.

Az gittik, uz gittik...
O gün "Uzatmalı aşka zoraki nikâh" başlıklı yazımızda şöyle demiştik: "AB ile 42 yıllık flört nihayet yüzüklerin takılmasıyla resmi ilişkiye dönüştü. Gönülsüz nişanın evlilikle sonuçlanması mı daha güçlü olasılık, yoksa taraflardan birinin yüzüğü fırlatması mı; göreceğiz."
- Üç yıllık müzakere sürecinde 35 başlıktan 8'inin açıldığı ve birinin kapatıldığı düşünülürse...
- Her 6 aylık dönem başkanlığında ortalama iki başlığın açıldığı (Fransa henüz siftah yapmadı) ama kapatılmadığı göz önüne alınırsa...
- AB Konseyi (Liderler zirvesi) kararı uyarınca 8 başlığın askıya alındığı hatırlanırsa,
- Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin "Tam üyeliğe götüreceği" gerekçesiyle 5 başlığın açılmasına izin vermediği not edilirse...
- AB'nin sınırlarının ve vizyonunun belirlenmesi için eski İspanya Başbakanı Felipe Gonzales'in başkanlığında oluşturulan komisyonun raporunun (2009 Aralık zirvesine yetiştirilecek) Türkiye için saatli bomba olduğu unutulmazsa...
- Müzakere Çerçeve Belgesi'nde yer alan "AB kurumlarının yeniden yapılandırılması" koşulunun İrlanda'nın AB Anayasası'nı (Lizbon Anlaşması) reddetmesinden sonra en azından ek süre gerektireceği hesaplanırsa...
O yazıda vurguladığımız iki gerçeğin üç yıl öncesine göre daha güçlü şekilde geçerli olduğunu söyleyebiliriz:
1-Avrupa birçok ruhsal hastalığın tetiklediği ağır bir bunalımın pençesinde çırpınıyor. (İçe kapanma, vesvese, yabancı düşmanlığı, ırkçılık, kimlik kuşkusu, gelecek korkusu.)
2-Avrupa her türlü ahlaki değerini unutacak kadar yozlaştı. (Kötüniyet, önyargı, ikiyüzlülük, yüzlerce yıllık kin, sözünden dönme pişkinliği.)
"İşte bu hasta ve Protestan ahlakının en temel erdemlerini bile yitirmiş AB ile masaya oturuyoruz" demiştik o gün.
Değişen bir şey yok. Bugün de öyle bir AB ile müzakereleri sürdürüyoruz.
Fark etmez. Yeter ki, asıl hedefimizin AB üyeliği değil, onun kaldıraç gücünden yararlanarak çağdaş uygarlık düzeyinin nirvanasına ulaşmak olduğunu unutmayalım.